6- Uykusuz, İlk Gece

30 5 6
                                    

Aynı gece;

Dışarıdaki rüzgâr hiç de acıması olmaksızın küçük çırağın kirlenmemiş ruhunu titretmek ister gibi esiyordu ve sanki içeriye girmeyi başaramayan bu kibirli rüzgâr ufaklığın tüm korkularını sinsi bir tavırla kapı eşiklerinden içeri itekliyor, kötü düşüncelerin pencerelere çarpıp ahşap duvarları olan odada yankılanmasına neden oluyordu, onu korkutmakta kesinlikle başarılıydı. Jeongguk yalnızdı, on altı yıllık hayatında ilk kez evinden böylesine uzaktaydı. Ona göre çoktan korkunç şeyler görmüştü, korkunç sesler duymuştu ve bu korku sinsice damarlarına sızmış, onu zayıflatarak en berbat anında öldürmeyi hedefler gibi pusuya yatmıştı. Bunun için Jeongguk diğer çırakların aksine fazlasıyla kolay bir yemdi. Annesi tarafından zoraki bir tavırla prenses gibi yetiştirilmişti. Elbette süslü kıyafetler, pahalı yüzükler ve her gece gidilen balolardan ve burjuvanın sahip olduğu o aptal kibirden bahsetmiyorduk. O da her çiftlik çocuğu gibi sabah erkenden kalkar, tavukların yemini verir, domuzların hâlinden memnun olup olmadığını kontrol ederdi, domuzların pisliğini temizlememek için kaçabileceği neresi varsa oraya kaçardı ki bu da kendi odasının camından çıkıp duvardaki büyük çiviye basarak atladığı çatı katıydı. Eğer başka yapılacak iş yoksa ve çatı katı çoktan doluysa koyunların arasına saklanır ahırda mutlaka uyuyacak bir yer bulurdu. Hasat zamanı annesiyle tarlaya gider güneş başına çarpıp da iri, siyah ve parıldayan gözlerinden yaşlar dökülmesine neden oluncaya dek başı ağrısa da çalışırdı. Evet, böyle bakınca hiç de prenses gibi gözükmese de Jeongguk ablalarıyla dikiş nakış da öğrenir, abileri kasap olmadığında hayvanları kendileri keserken o annesiyle yemek yapardı. Bir hanımefendi gibi nasıl oturup kalkması gerektiğini bilirdi, bir çiftlikte yaşamasına rağmen çatal ve kaşığın nasıl tutulacağını, masada kolların uzatılmaması gerektiğini... Bu gibi saçma kuralların her birini bilirdi. Fakat ironik bir şekilde eğer o gün morali bozuksa annesinin verdiği kumaşları bilerek yanlış ya da ölçüsüz keser, yemeğe tuz yerine şeker atar, domuzların kapısını açık bırakır, koyunları bahçe makası ile kırpmaya çalışırdı ki bu yüzden hayvanlar çokça çırpınırdı.

Eğer hafızasını yoklarsa tüm bu yaramazlıklara rağmen evde her zaman en çok kayırılan altın çocuk olduğunu fark etmek zor olmazdı. Yaptığı aşırılıklar, sürekli olmasa dahi annesi tarafından ustaca örtülürdü ve günün sonunda uyumadan önce alnına ufak bir öpücüğün kondurulduğunu hissederdi, hemen ardından gelen "İyi geceler güzel bebeğim." sözü uyumadan hemen önce duyduğu en son şey olurdu. Fakat şimdi gözlerini kapatmayı başardığı birkaç saniyede dahi farkına vardığı yıkıcı gerçek, artık bunlardan hiçbirine sahip olmayışıydı. Bu defa minik serçe kalbinden fırlayarak boğazına takılmış gibi hissettiren ve her nefes aldığında ciğerlerine batan bu yakıcı korkunun nedeni yaptığı yaramazlıkların abileri tarafından babasına söylenmesi değildi. Ama olmasını çok isterdi, şu an dayak yemeyi ve en sonunda kendi evinde uyanmayı dilerdi. Gözleri yalnızlık hissinin verdiği ağrı ile dolduğunda sesli, titrek bir nefes aldı ve gözlerini bir çocuğun meleksi masumluğu ile kapattı. "Tanrım... Eğer varsan uykuyu bana bahşet çünkü uyuyacak kaç gecem daha var bilmiyorum."

Sesi boş duvarlara çarptığında içindeki utancın nedenini çözmeye çalışsa da başarılı olamamıştı. Annesinin inanmadığı tanrıya dua ettiği için miydi utancı yoksa dua etmeye çalıştığı tanrıyla nasıl konuşulacağını dahi bilmediği için mi?.. Her iki şekilde de berbat bir histi, teni bu hissin verdiği utançla kızarmış ve üzerindeki yorganı çıplak ayaklarını birbirine hırsla sürterek ittirmişti, nedense şimdi kalbini elleri arasına alıp sıkıştırarak nefesini kesen o uçsuz bucaksız korku, varlığından emin dahi olamadığı tanrıya olan utancı tarafından bastırılmıştı. Ve utanç, her saniye uykusundan bir lokma daha götürerek kapatabilmek için dua ettiği göz kapaklarının daha da açılmasını sağlamıştı.

Yedinci Oğul |TaeKook|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin