Jungkook'tan:
Bu adam deliydi, kafayı sıyırmıştı, hatta aklının ve vicdanının son parçalarını daha sonra kullanmak için bir kenara bırakmıştı ve bundan ufacık bile şüphe duymam mümkün değildi. Sanki her saniye bunu kanıtlamak ister gibi önüme öyle nedenler sunuyordu ki burada geçirdiğim her dakikanın öncekini aratacağını düşünmekten başka bir şey yapamıyordum.
Adamın suratına kafa atmama rağmen sesini bile çıkarmamış olması beni yeterince tedirgin etse dahi aldığım tek karşılık dudaklarına yerleşmiş savaşımızdan eğlendiğini gösteren bir sırıtış ve bal rengini anımsatan gözlerini sakince kısışıydı ama tüm bu sakinliği unutturur gibi bahçesine botlarla girme ihtimalim bile kendi başına beni hortlaklara yem edeceğini söylemesine yetecek bir nedendi. Gerçi en başından beri hiçbir şey yapmasam dahi beni sürekli hortlaklara yem edeceğini söylüyordu. Evet, tam olarak böyle söylüyordu ve bunun beni korkutacağından emin oluşu sesinin sahip olduğu o tehlikeli sakinliğinden yeterince anlaşılıyordu.
Beni hortlaklara yem edeceğini öyle sakin ve ısrarlı bir tonla aklıma sokmuştu ki dışarıdan gören bir kişinin bizim gün doğuşunun ne denli güzel olduğundan bahsettiğimizi sanması muhtemeldi. Fakat hortlaklara yem olmaya ben de o kadar hevesli değildim bu yüzden de kendimi bir anda henüz çitlerin diğer ucundayken çiftliğe, biricik evime dair tek anım olan bana büyük olan lastik botlarımdan kurtulmuş vaziyette bulmuştum. Sorun değildi çünkü özenle bakıldığı belli olan yeşil çimlerin ayaklarımı huylandırışını sevmiştim. Bana bir avcıya ait olduğuna inanmanın zor olduğu bu bahçe ve beyaz duvarları olan evi sevmemek için hiçbir neden kalmamıştı. Burası... Evim değildi belki. Ama ölüm kapımı çalana dek başımdaki avcıya söylemeden burayı evim olarak çağırabilirdim. Aslında burayı evim olarak çağırma meselesinden çok daha fazla kafamı kurcalayan şey bunca savaşın, günler; haftalar hatta aylar süren yolculuğun arasında bu güzel evin güzel kalmasını sağlayan şeydi.
"Yerleştin mi?" Yalnızca basit, normal bir soruydu fakat düşüncelerinin içinde boğulmuş beni korkutmaya yetmişti. Ustamın sahip olduğu tok ses ile yerimde istemsizce sıçrarken neden bu kadar tırsak olduğuma dair sorgulayan bir ses tonuyla kendi kendine konuşan ustamın cümlelerini anlamakla uğraşmak istememiştim, bu yüzden de kelimelerini duymazdan gelerek bir kenara fırlattığım çantama ufak bir bakış attım ve kafamı salladım.
"Eşyalarını bir kenara atmak yerleşmek değildir." diyişi dudaklarımı aksi ve yanlış bir şey söylememek adına kendimi tutmak için birbirine bastırmama neden olurken ne düşündüğüm aslında suratımdan apaçık belli olmalıydı... Evet, bu adamdan harika bir ev hanımı olurdu.
"Evet, elbette anne..." Kendi sesimi ben bile duymamış olduğum için içim rahat bir şekilde bana ayırdığı odanın duvarına bıraktığım çantama uzanmaya yeltendim fakat beni durduran ve hareketimi kısıtlamaya kendi başına yeten burnumdaki acı ile gözlerim irice açılmış, parmakları arasında burnumu sıkıştırmış ustamın bileğini iki elimle kavramıştım. Suratında yüzümdeki ifadeden zevk aldığını apaçık görebiliyor olsam da kızgın bir tonda "Benimle nasıl konuşman gerektiğini de mi öğretmeliyim? Annen seni başından atmak için vermiş bana." demişti. Ve itiraf etmem gerekirse annemin beni başından attığını söylemesi burnumun, sıkıştırıldığı için değil gelecek göz yaşlarımın habercisi olarak sızlamasına neden olmuştu.
Elbette, yedi tane çocuğa bakmak kolay mı sanıyorsun sen?.. Hele de en küçüklerine...
Kendimi ve burnumu kurtarmak adına olan çırpınışlarım sözleriyle birlikte gaz lambasının ağır ağır karanlığa hapsoluşu gibi sönerken düşen omuzlarım ile beni ve zavallı burnumu çoktan bırakan ustamın gözlerine ne söyleyeceğimi dahi bilememenin verdiği kararsız sinirle baktım. Artık bileklerini tutmadığım için ellerim iki yanıma düşerken annemin gerçekten beni başından atmak için mi avcıya verdiğini tekrar tekrar düşünüyordum ama hayır... "Hayır... Ben annemin en sevdiği çocuğuyum... Beni..." Dudaklarımdan dökülen kelimeler her seferinde duraksarken haklı olduğumu bilmeme rağmen ağlamamak için dolan gözlerime karşı ayrı bir sinirim vardı, haklı olduğum hâlde ne diye dimdik duramıyordum ki karşısında? Parmak uçlarımla kapattığım gözlerimi ovuşturdum ve kucağımda birleştirdiğim ellerime çevirdiğim bakışlarımla sinirimin kendime olduğunu bildiğimden elimden geldiğince sakin bir şekilde mırıldandım. "Beni güçlü olmam için doğurdu. Ve büyüyüp güçlenmem için sizin yanınıza verdi, bir gün... Sizden daha güçlü olacağım ben, o zaman görürsünüz." Söyleyeceklerim yalnızca bunlardan ibaret olduğundan kırılan sesimi umursamayıp istemsizce burnumu çektim, ağlak olduğumu düşünmesi yetmeyecekmiş gibi şimdi bir de sümüklü derse şaşırmazdım. Sonuçta bu adam yıllar boyu canavarlarla savaşmaktan kalpsiz birine dönüşmüştü... Evet, kesinlikle kalpsiz biriydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yedinci Oğul |TaeKook|
FanfictionDudakların yalnızca benim için yaratılmış, nasıl ellerinden şifa akar da dudakların zehirler beni? Bu kurguya aşık olmamı sağlayan arkadaşım Ayça ile aylar boyunca yaptığımız rp sonucu yazılmıştır. Teşekkürlerimi iletiyor eğer izin verirse kendisiyl...