Ertesi gün, ikindi vakti, Jungkook:
Kafam öyle doluydu ki ilk kez kendimi kaybolmuş gibi hissediyordum. Dünden beri aklımın alamadığı onlarca şey olmuştu ve ben rüzgarda salınan başak gibi beni nereye sürüklerlerse oraya gitmiştim. Anlamıyordum, anlamlandıramıyordum çünkü evin her zaman tatlı küçük çocuğu Jungkook olsam da annem avcının çırağı olacağımı öğrendiğinde hayır dememişti. Avcıların ne yaptığını biliyordum, kimse tarafından sevilmediklerini de...
Çoğunun yirmi yaşını geçemeden öldüğünü de.
Kasabaya çok gitmiyordum belki, çocukların bildiği şeylerin çoğundan mahrumdum ama en azından geceleri korkarak yatağıma girmiyordum. Çünkü o çocuklara geceleri dışarıya çıkmamaları için söylenilen masallar bizim çiftliğimizde yoktu. Fakat her şeyi güzel gören bir aptal da değildim, hortlakların ve cadıların olduğunu biliyordum. İblislerle anlaşma yapan insanların olduğunu da... Ama bunların benden oldukça uzak olduğunu sanıyordum, en azından bu çukurun içine düşünceye dek. Kafamda bağıran sesleri duyduğumda ağlamamak için kafamı ahşap duvara yaslayıp gözlerimi kapattım.
Kahretsin ben avcıyım!
Kahretsin... Kahretsin öleceğim!
Titreyen ellerimle sığındığım odamda yorganımı sıkıca üzerime çekmişken daha ne kadar saklanabilirdim bilmiyordum. Avcılar çoğu vakit yeni bir çırak alacakları zaman şehre Ekim olmadan inmezdi ve kahrolası (bunu tekrar tekrar söylediğim için özür dilerim anne) avcı bugün beni almak için gelecekti. Üstelik... Üstelik daha yaz sıcakları bile geçmemişti. Yani ne demeye gelip beni alacaktı? Annem... Annem de gitmeme hiçbir şey dememişti. Ölmemi bu kadar çok mu istiyordu? Babam, vereceği her kuruşu onlarca kez sayarken çoktan avcıya beni çırak alması için ödeme yapmıştı. İki yüz altın verdiği anlamına geliyordu bu. Eğer ölmez ve avcı olursam bu paranın yarısını geri vermesi gerekiyordu ama... Ama bu zamana kadar hiçbir çırak için geri ödeme yapıldığını sanmıyordum. Yıllardır dilden dile dolaşan ve bölgede yaşayan tek avcı... Benim ustamdı.
Eskimiş ahşap kalasların gıcırdadığını duyduğumda korkuyla bedenim kasılmıştı. Boğazımdaki yumruyu yutkunarak geçirmeye çalışsam da ne kadar denersem deneyeyim bu hissin geçmeyeceğini biliyordum. Üzerimdeki yorganı itekleyip çıplak ayaklarıma batan tahtayı umursamadan pencereye ilerledim. Hayvanların huzursuzlukla çıkarttıkları sesler ile daha fazla yatağımda durmam mümkün değildi. Kafamı eğdiğimde gördüklerim ile hafifçe kaşlarımı kaldırdım. Çiftlik kapısının önünde daha önce gördüğüm hiçbir ata benzemeyen siyah devasa bir at kişniyor, yeri eşeliyor ve huysuz sesler çıkartıyordu. O da benim gibi şu an burada olmaktan memnun değildi anlaşılan... Fakat bizim atlarımız yoktu, civardaki çiftliklerde de böyle güçlü bir at olduğunu sanmıyordum. Belki de rahip beni götürmek için bu atı getirmişti. Bakışlarım bu güzel atı incelemeye öyle çok dalmıştı ki atın yanındaki kalıplı adamı fark edememiştim. Bir çift bal sarısı gözün sevdiği attan çevrilerek gözlerime kenetlendiğini hissettiğimde korkuyla pencereyi orantısız bir güçle kapatmış tüm evde yankılandığına emin olduğum bir gürültünün odamın ahşap duvarlarına çarpmasına neden olmuştum. Bu gözler rahibin değildi. Hayır, bu gözler tanıdığım herhangi birinin gözleri değildi.
Avcı... O... Burada, beni alacak...
Buradan gideceğim, bir daha annemi göremeyeceğim. Sabahları turta yiyemeyeceğim, işten kaytarmak için koyunların ahırında uyuklayamayacağım. Öleceğim, kahretsin...
Bıçak tutmayı dahi bilmiyorum, öleceğim.
''Jungkook!" Annemin narin sesinin bu evde ilk kez yükseldiğini duyuyordum. Ve bu gözlerimi sıkı sıkıya kapatmama neden olmuştu. Hiçbir şeyin yolunda gitmeyeceğini gören tek kişi olmak istemiyordum ben. Yalnız olmadığımı hissettiren tek şey birkaç dakika önce güneşin sıcaklığı hâlâ gökyüzündeyken şimdi kızgın bir rüzgârla odamın camlarını birbirine çarptıran havaydı. Biliyordum, huzursuzluğu hisseden tek kişi değildim, rüzgar bile bir şeylerin yolunda olmadığının farkındaydı... Odamın köşesinde duran, dün annemin ben korkuyla yatağımda saklanırken onun hiçbir şey söylemeden içine kıyafetlerimi yerleştirdiği çantayı kavradım. Kendime güç verecek yalanlardan başka çarem yoktu. Büyüdüğümü biliyordum, bu sonbaharda on altı olacaktım. Eğer avcı olmazsam askeriyeye gidecek ve yine ölecektim. Hiçbir şey değişmemiş olacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yedinci Oğul |TaeKook|
FanfictionDudakların yalnızca benim için yaratılmış, nasıl ellerinden şifa akar da dudakların zehirler beni? Bu kurguya aşık olmamı sağlayan arkadaşım Ayça ile aylar boyunca yaptığımız rp sonucu yazılmıştır. Teşekkürlerimi iletiyor eğer izin verirse kendisiyl...