İyi okumalar dilerim, sevgilerimle.
***
Taehyung'dan;
Gariptir ki çırağım son bir saattir sessizdi, onu bir çanta gibi kolumun altına alıp yürümeye başladığımda da sesi çıkmamıştı. Oysa onu arada bir yoklayarak benimle savaşmasına neden olan çocuksu cesaretiyle çırpınması ya da bana kızması gerekirdi ama hayır tek kelime dahi etmemişti. Bedeninin tüm gücünü kaybetmiş gibi sessiz sedasız kolumun altında sallanırken çamura bulanmış botlarının ara sıra kabanıma çarptığını hissediyordum ve normalin aksine bu beni irrite etmekten çok uzaktı. Bilerek yapmadığının farkındaydım hatta onu karşı karşıya bıraktığım durumun onu yorduğunun bilincinde olarak sesimi çıkarmamıştım. Onu ilk günden yorduğum için vicdan azabı çekiyor olmalıydım, komikti. Bu ölümsüz bedende vicdana dair bir tek zerre yoktu çünkü.
Kafasının neye bastığını anlayacağım kadar uzun zamandır benimle yaşamıyordu, altı üstü bir günü geçirmişti ama kollarını kullanmasını gerektirecek bir yaşam sürmediği de barizdi. Ona küreği tutturduğumda nasıl kontrol edeceğini dahi bilmeyen hareketleriyle toprağı eşeleyip durmuştu. Hem kendini yormuş hem de asırlardır kullanılan en basit aleti dahi kullanamadan sabahı gece etmişti ve ben de... Keyfime bakmıştım. Toprağı tanıyordum, beni ben yapan bu toprağın her zerresinin üstünden yüzlerce kez geçmiştim. Yurtsuz bir adamın sahip olmadığı çok şey varsa da sahip olduğu en büyük şey yer yüzüydü. Ve yeryüzünün her zerresini arşınlamıştım. Kimisinden koşarak geçmiş kimisinin çukurlarına düşmüş; kimisinin üzerinde sürünmüştüm ama öğrenmiştim. Buranın toprağı lanetliydi, sen kazdıkça ıslanır, ıslandıkça yapışır, seni bir tutkal gibi derinlere çekerdi; ta ki senden tek bir zerre kalmayana dek.
Bu toprağı kazmak tek adamla olacak iş değildi hele boyu göğsüme anca varan ana kuzusu bir çırakla hiç olacak gibi değildi. Elbette başka adamları çağırmıştım, babadan oğula asırlardır süregelmiş ve kendilerini avcılara yardım etmekle görevlendirmiş adamlarım vardı. Hepsinin dedelerinin dedelerini tanıyacak kadar çok yaşamıştım, bugüne gelmeleri için ailelerini; soylarını korumuştum ve onların karşılığı da benim için çalışmak olmuştu. Bir hortlağın, bir cadının, bir ruh emenin nasıl çukurlarda hapsedileceğini bilirlerdi. Her birin boyunu, içine dökülecek betonu tanırlardı. Bu denli zor bir işi bir çırağa vermenin tek nedeniyse düşünmesini sağlamaktı. Kazmasını ne denli hızlı saplarsa toprağın o denli ona düşman olacağını, onu daha yürürken dahi hareket ettirmeyecek kadar içine çeken katrandan bu lanetli toprağın bin bir güçlükle kazdığı küçücük çukuru doldurmak için yalnızca göz kırpacak kadar zaman harcayacağını fark etmesini sağlamaktı ama henüz çok toydu. Gözlerini bürüyen hırs bile toydu, her seferinde korkuyla bir adım atıyor, aynı korku onu bin adım geriye kaçmasını söylüyordu. Bense bir usta olarak belki de yüzüncü defa bir çırağı yetiştirdiğimi bilerek ona düşünecek nedenler veriyordum. Kimisi bir günde öğrenirdi, kimisi öğrenmeden ölürdü ama Jeongguk'un farklı olmasını dilemekten başka çare yoktu. Kendime verdiğim sözü yutup yeniden çırak yetiştirmeye karar verdiysem, beni geçmesini sağlamak zorundaydım. Böylece yüzyıllardır süren lanetli hayatım huzurla son bulurdu.
Gereğinden fazla sessiz süren yolculuk beni şaşırttığı için başımı eğdiğimde bir ölü gibi sallanan kolları ve aralık ağzı ile uyuyan çırağımı görmek tanıdığımı söylediğim toprakların üstünde yapmamam gerektiğini bilmeme rağmen duraksamama neden olmuştu. Bedenini kaldırıp bakışlarımla aynı hizaya getirmeye çalışsam da başı geriye düşerek onu rahatsız etmiş ve anlık olarak gözlerinin açılıp horlar gibi bir ses çıkarmasına neden olmuştu. "Öldün sandım, huysuz velet." Söylenmem ona ulaşamadan başını geriye atarak uyumaya devam ettiğinde ilk defa karşılaştığım şey yüzünden gözlerimden apaçık okunduğunu bildiğim şaşkınlıkla ağzı aralık bir şekilde uyumaya devam eden çırağıma baktım. Ayı uykusu mu vardı bu oğlanda? Uyandırmak için sallamalı mıydım?
"Jeongguk." Adını anmama rağmen hiçbir karşılık almadığımda hiçbir karşılığını bulamayacağımı bilmeme rağmen başımı gökyüzüne çevirmiş ve bir Tanrıya şikayetimi sunar gibi söylenmiştim. "Bu mu bana sunduğun çırak şimdi?" Elbette yukarıda bir Tanrı yoktu, sözlerim kimseye ulaşmamıştı ve evet bu oğlan benim çırağımdı.
Kolumun altında bir çanta gibi taşımaya devam etmektense başını omzuma yaslamasını sağlayacak şekilde kucakladığımda iyiden iyiye çamura bulanmış botlarımı kurtarmak için büyük adımlar atarken söylenmeye devam ettim. "Kabanıma salyanı bulaştırdığını anlarsam seni hortlaklara yem edeceğim. Hem de gerçekten." Gerçekten... Bu velet başıma bela olmaya devam ettiği sürece onu eninde sonunda bir hortlağın önüne atacaktım. Ama şimdilik eve dek yürümeye devam ettim.
***
Yaptığım koruma büyüsünün içinde görünmez bir fanusta kalan evimin bahçesine girdiğimde botuyla kabanımda çamur bulaştırmadığı tek nokta dahi kalmamış çırağım hâlâ uyuyordu. Yol boyunca da istifini bozmadan uyumaya devam etmişti. Buradan çıkarabildiğim tek sonuç birkaç kez kürek sallamayla bu kadar yoruluyorsa onu ağlasa da arkasına bakmadan kaçmasına neden olacak kadar yormaya devam edecek oluşumdu. Bıraksan rüzgârda çöp gibi kırılacak kadar zayıf kemiklerinin biraz etle dolması gerekiyordu. Ve bir daha uyuyakaldığında onu böyle taşımayıp toprağın onu yutmasına izin verirdim. Tabii toprağın üzerinde tek parça kalabilecek kadar uzun süre canavarlar onu bulmazsa.
Bir elimle botlarını bahçeye düşmesi için ittirirken turuncu uzun tüylerle kaplı kuyruğunu evin dış duvarlarına sürterek bizi sinsi bakışlarla izleyen Seon'u gördüğümde konuşmaması için uyarır bir şekilde konuştum. "Tek kelime edersen seni bedenine geri yollarım." Seon neredeyse bir asır önce ruhunu bir cadının elinden kurtardığım hortlaktı. Ne zaman doğduğunu bilmiyordum, muhtemelen bir cadı tarafından oluşturulmuş ve ayağa kalktığı ilk andan beri ölesiye çalıştırılmıştı. Seon gibi bilinçli hortlaklar bulmak zordu, hatta onun kadar zekisini A seviye bir canavar olarak bile görebilirdik ama o insanları öldürmeyi umursayamayacak kadar canından bezmişti. Sahibi olan cadıyı bulduğumda hortlak bedeni kanlarla kaplı, cadının ise yarısı çoktan yutulmuş hâldeydi. Fakat o ana kadar büyük bir savaş vermişti. Her yanı yaralarla kaplı, karnıysa yarılmış hâlde, aldığı her nefesinde çürümüş et yığınına benzer bir şey büyüyor ve verdiği nefesle küçülüyordu. Ortalığın ne denli berbat hâlde olduğunu hatırlıyordum, öldürdüğü cadı son kez kendini korumak için onu zehirlemiş olmalıydı ki mavi kanı akmak yerine pıhtılar halinde yere damlıyor, damladığı yerdeki otların çıtırtılarla tutuşmasına neden oluyordu. Ölen cadıyı hapsetmek uzun sürmüştü, sonraki işimse ne olursa olsun kölesi olan hortlağı öldürmekti fakat karşı koymak yerine pes etmişti. Zaten yaraları öyle kötü hâldeydi ki bu denli yaşaması şaşırtıcıydı. Kendi kurallarımı yıkmak ve ruhunu bağışlamak planladığım bir şey değildi ama uzunca bir süre kendimden utanmamı sağlayacak şeyi yapmış ve ruhunu arındırmıştım. Amacım kendime bir yol arkadaşı bulmak değildi ama bu akıllı hortlak ruhunu bir kedi biçimine sokarak benimle yaşamayı tercih etmişti. Ruhunu kurtardığımdan beri onu kedi biçimi dışında gördüğüm hiçbir an olmamıştı, ormanda fareleri ve kuşları yiyerek beslendiğini düşünmek istiyordum. Aksini öğrenirsem uzun kuyruğuna bir uyarı atışı yapmaktan çekinmeyeceğimi bildiğini de biliyordum. Bunun dışında bazen bir vazo düşüyor, yemek taşıyor ya da kıyafetlerim kan içinde kalıyordu fakat geri dönüp baktığımda vazoyu süpürülmüş, yemeği pişmiş, kıyafetlerimi yıkanmış olarak buluyordum ve bunda sık sık ruhuna şekil verebildiğini anladığım bir hortlağın parmağı olduğu kesindi.
Sakince miyavlayarak dört ayağı üzerinde bize yaklaştığında çoktan botlarından ve kendi kabanımdan kurtulmuş verandaya ilerliyordum. Ortalığı temizlemesine alışıktım ama bir süre bunlara ara vermesini sağlasam iyi olurdu. "Bırak orada kalsınlar, uyandığı zaman ona yıkatacağım zaten." Gülmeye benzer bir sesle bacaklarıma sürtünmüş ve kedi bedeni içinde koşarak verandadaki minderine ulaşmış birkaç kez etrafında dönerek olduğu yere kurulmuştu.
Ben de bu veledi odasına bıraksam iyi olacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yedinci Oğul |TaeKook|
FanfictionDudakların yalnızca benim için yaratılmış, nasıl ellerinden şifa akar da dudakların zehirler beni? Bu kurguya aşık olmamı sağlayan arkadaşım Ayça ile aylar boyunca yaptığımız rp sonucu yazılmıştır. Teşekkürlerimi iletiyor eğer izin verirse kendisiyl...