İstanbul'da kış zordu.
Yanan odun ve kömürün sesi küçük evde yankılanırken genç kız kendi saçını örmeye devam etti. Altı morarmış gözleri boş bakıyordu. Alevlerin dans edişi onu hipnotize etmiş gibiydi. Siyah ama aralarında kahverengi tonlarını gizleyemeyen saçlarını örmeyi bitirince lastikle bağladı. Gözlerini bir an bile yanan sobadan ayırmamıştı.
Dışarıda kar fırtınası vardı. Cama sanki kırmak istercesine sertçe çarpan kar taneleri normalde olduğu gibi nazik değildi. İnsanı korkutuyor, saklanma isteği uyandırıyordu. O kadar soğuk yapıyordu ki sobanın yakınında olmasına rağmen genç kızın elleri donuyordu.
"Çorbaya bak."
Yaşlı sesi duymasıyla daldığı dünyadan çıktı genç kız. İrkilse bile belli ettirmemeye çalışarak üstüne battaniye sermiş ihtiyar adama baktı. Gözlerinde gözlüğüyle birlikte gazeteyi okuyordu. Yanda duran kalemi okuduktan sonra bulmacaları çözeceğinin göstergesiydi.
"Tamam." Diyerek ayaklanan kız pişmekte olan çorbaya yöneldi ve tencerenin kapağını açtı. Yüzüne vuran dumanla birlikte tarhana kokusu istemsizce gülümsemesine neden oldu.
"Pişmiş." Dedi altını kapatırken. "Bir dakika daha bakmasaydım sonu pek iyi olmayacaktı ama..." diye kendi kendine mırıldanmadan edemedi. Dedesinin kulağı pek iyi olmadığı için bu tür söylenmelerde rahattı.
Tabaklara çorbayı doldururken hızlıydı. Biraz geç pişirmeye başlamıştı ekmek bulmak için iki bakkal dolaştığından dolayı. Aslında ekmeği ucuz satan Mehmet Amcaların fırınından alırdı ama bugün çabuk bitmişti ekmekler. Ucuz olduğunu duyan herkes oradan almaya çalışıyordu. Gittiğinde tek bir tane bile kalmamıştı. Bu yüzden aşağı mahalledeki fırına uğramak zorunda kalmıştı. Hoş, oranın sahibi de tanıdıktı ama daha pahalıya satıyordu. Ucuz ekmekten alacağını düşündüğü için yanına yeterli para da almamıştı. Eğer tanıdık olmasaydı eve eli boş dönecekti muhtemelen. Ama ona yemekten sonra üstünü getireceğini söylemiş, diğer fırın sahibi de kendisine laf etmemişti. Yemekten sonra geri kalan parayı götürmek için yeniden dışarı çıkmalıydı.
Tabakları masaya koyarken gözleri dışarıya kaydı. Fırtına gözünü korkutmuyor değildi. Eve girdikten sonra artmıştı fırtına. Bir daha çıkmak zorunda kalmasa akşama kadar burnunu bu küçük yerden çıkarmazdı.
"Gel dede." Dedi sakin bir sesle düşünmemeye çalışarak.
Kaşları çatık bir şekilde haberleri okuyan yaşlı adam, "Vay puştlar vay..." diye mırıldanıyor, arada elini bacağına vuruyordu. Dedesi küfür etmeyi seven biriydi.
Sonunda agresif hareketlerle gazeteyi kenara bıraktı ve ayaklanarak sobaya yakın sofraya oturdu. Meşeden yapılma eski masa yamuktu ama iki kişi için idealdi. Sürahiden bir bardak su doldururken kız önüne kaşığı koymuştu. Yaşlı adam kenardaki ekmeğe elini uzatarak aldı ve ucunu kendisine göre böldü ama birden bire duraksadı. Kız çorbasından küçük bir yudum alırken duraksayan dedesine baktı.
"Bu ekmekler daha büyük. Nereden aldın?"
Sakin bir sesle soran dedesine yutkunarak baktı. Kendisi diğer yerden aldığını bilmiyordu. Dedesi çok pimpirikli biriydi. Hemen anlamıştı.
"Mehmet amcanın fırınındaki ekmekler bitmişti. O yüzden bende aşağı mahalledeki fırına gitmek zorunda kal-" Cümlesini devam ettiremedi.
"Gülfeda!" diye bağırdı dedesi sinirle. Gülfeda istemsizce irkildi. Böyle yapacağını biliyordu. "O gavur Mustafaların fırınından mı aldın bunları?"
"Ekmeksiz yiyemezdik." Dedi Gülfeda bozuntuya vermeden. Örgülü siyah saçlarını arkaya attı. Dedesi beyaz kaşları çatık bir şekilde ona bakarken sakin durabilmek zordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gölge Bataklığı - Ek Bölümler
ActionGölge Bataklığı kitabının ek bölümleridir. Ana kitabı okumadan okumanız tavsiye edilmez.