"1989 27 Mart Pazartesi
16.yaş günüm! Ah sevgili günlük ne kadar zaman geçse de asla büyümedim, öyle ki Feride teyzemin hediye ettiği sarı kurdaleye küçük bir çocuk gibi sevindim..ama şuan asıl mutlu olmamın sebebi..sen biliyorsun ya! Beni en iyi tanıyan ve dert ortağım sensin sonuçta, annem bu hafta sonu sinemaya gidebilmem işin babamdan izin istedi ve babam izin verdi. İşte o gün Sıla nişanlısıyla gelecek, o 18 yaşında ve dediğim gibi nişanlı..yani nerdeyse ailesinden izin almıyor denebilir. 3 ay önce nişanlanmıştı, gerçi bunu sana söylemiştim değil mi? Ama asıl beni heyecanlandıran konu o!
Adını öğrendim..gözlerine sadece iki kez baktım ama aklımdan çıkmıyor..
Yeşilleri yeşillerime karıştı..adı Salih'miş kütüphaneye gitmem için beni resmen çekiyor, kitaplara olan aşkım mı beni kütüphaneye çekiyor yoksa o mu karar veremedim.."2016 Kasım
"Anne bunları hatırlıyormusun?" dedi Azra. Elinde koyu renk saçlı bir kız çocuğunun birkaç fotoğrafı vardı.
Hayır, dedi kadın, yatağında doğrulmaya çalışıyordu.
Hemşire odaya girdiğinde nezaketen "
Nasılsınız?" dedi, kadın mırıldandı, iyiyim herhalde...
Nasıldı gerçekten? Kim olduğunu bile bilmeyen daha doğrusu hatırlayamayan bir insan nasıl olabilirdi ki? Yanında kızı vardı ama kızının olduğunu bile hatırlamıyordu! Tanıdık gelen birçok şey vardı, ama kelimeler ve görüntüler nerde durmaları gerektiğine karar veremiyormuşcasına kafasının içinde dans ediyordu...kararsızlık denizinde kaygı içinde boğuluyordu, doktorlar komadan çıkabilmesinin umut bağlanmıyacak kadar düşük bir ihtimale sahip olduğunu söylediklerinde Azra yıkılmıştı..annesi tüm bu ihtimalleri yıkmıştı, yaşıyordu konuşabiliyor, yemek yiyebiliyor ama tüm geçmişini unutmuştu, her zaman söylediği Tecrübe Mezarlığı'nı kaybetmişti. Kadın seslendi,
"Bana şu bahsettiğim hatıra kutuları getirebilir misin?"
Azra'nın gözleri doldu çünkü annesi ona her zaman Papatya'm diye hitap ederdi..Cevap verdi.
"Tabii ki getiririm ama hepsi Eskişehir'deki evimizde kaldı, diğer hatıra kutularını şoför ile gönderirim. Eskişehir'e bizzat kendim gidip getireceğim onları, hem babamı- neyse görüşürüz anneciğim." dedi ve hastahane odasından koşar adımlarla çıktı, çantası orda kalmıştı fakat ağlarken oraya tekrar dönemezdi..kendine fısıldadı "Ölümden döndü, elbet hatırlayacaktır." Göz yaşlarını sildi ve yürümeye devam etti. Annesi çok güçlüydü ama o, annesi kadar güçlü değildi. Ve basından aldığı kumral saçlarını geriye savurdu, her şey eskisi gibi olacak buna inanıyorum, diye sesli bi şekilde konuştu. Şimdiye kadar hep inatçı oluşunu annesine benzetmişlerdi, o hatıralar ait oldukları hafızaya geri dönmeliydi. Acılar bile geri gelmeliydi ki mutluluk denen duygunun bi anlamı kalsın. Gözyaşları yüzünde kuruduğunda çoktan taksi durağına gelmişti, şoför ile gidemezdi gideceği yere. Cep telefonunu çıkardı ve bir mesaj yazdı. "Görevimiz şimdi başlıyor."
İletildi-Okundu~Ahmet, Melisa, Fırat, Furkan ve Lillian.Geçmişin izleri diyince çok da derinlere inmeye gerek yok, yolda yürürken gördüğün kurumuş bir yaprak bile seni yıllar öncesine götürebilir..
O sırada kadın hastane odasında kutuların içinden çıkan güncelerden birini okuyordu, sayfaları karıştırırken her şeyden habersiz kadın düşündü adı neydi? Günlüğün kapağının arkasında yazan isme baktı, düşündü ayağa kalktı ve odanın banyosuna ilerledi.
Ayağa kalktığında sarsıldı, yıllarca kimsenin dokunmadığı bir kitap nasıl tozlanırsa o da öyle pas tutmuştu, eskimişti sanki...yanındaki koltuğa tutundu ve ayakta olmanın verdiği huzurla canı yanmıyormuşcasına banyoya girdi. Aynaya yaklaştı, kırışmış yüzünde parlayan yeşil gözleri bir yabancıya bakıyordu ama baktığı yabancı kendi bedeniydi. Bunları düşünürken 'Ne çelişki ama' dedi, gülümsedi kendi yansımasına ve fısıldadı..
"Mahimelek ha..güzel ismim varmış" dedi ve güldü sessizce.
Kızı varsa eğer bir eşi vardır belki, zihninde çok fazla soru cevap bekliyordu. Günlüklerini okumaya karar verdi, çok fazla günlük vardı. Kendi kendine konuştu,
Acaba bir zamanlar nasıl bir manyaktım da bu kadar şey yazdım, söylenerek 1986 yazan günlüğü okumaya başladı, kim olduğunu bilmeyen kadın kendi ağzından geçmişini okudu sayfalarca... eksik gelen yerler vardı, isimler onun için bir anlam ifade etmiyordu. Yüzlerini görmek istiyordu, en çok en sevdiği kadını merak etti. Annesini, Piraye hanımı delicesine merak ediyordu. Gölge, mum, şemsiye dedi.. ama neden dediğini farkına varamadan devam etti.. "Dünyadaki tüm Mavi şemsiyeler varlığını yitirsede seni kalbim attığı sürece seveceğim" bir sayfanın sonuna iliştirilmiş bir başka sayfada yazıyordu.
Bunları söylediğini dakikalar sonra fark etti. "İZ'ler," dedi gülümseyerek, "farkında olmasam da onları bir şekilde bugün için korumuşum..."
Dakikalar geçtikçe sayfalar çevrildi ve kahkaha attı 'Demek bi kertenkele besliyordum' derken o kadar kahkaha attı ki kalp atışları olması gerekenin çok üstüne çıktığı için yeni yeni iyileşen bedeni buna tepki verdi, hemşireyi çağırmak için basması gereken düğmeye dokundu. Güzünden akan yaşı sildiğinde gözleri hafiften kararıyordu. Bir şey diyemedi, sorular içerisinde bilinci kapandı.
Sonrası odada sadece gerekenleri yapan hemşirenin narin adımlarının tınısı, nefes sesleri ve kalbinin ritmini ölçen o değişik makinanın sesi hüküm sürdü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gölge, Mum Ve Şemsiye
Mystery / ThrillerGeçmiş tecrübeler mezarlığıdır, ya geçmişinde hapsolursan ve tek çıkış yolu acıların ile yüzleşmekse? Yıkım getirmişlerin soyundan gelen bir unutulmuş..baharda doğan kızıl saçlı bir kız çocuğu.. Fanilerin içinde, ailesinden miras kalmış karanlık...