Farkındalık

3.2K 255 140
                                    

*Lodge*

Uyandığımda, ilk gördüğüm şey koskoca kahverengi gözlerdi. Hemen tepemde bir anda beliren gözleri gördüğümde, çok ani bir refleksle bana dik dik bakan kişiyi ittirdim. Bir 'küt' ve 'ah' ve 'aptal' sesinin ardından, yataktan doğruldum ve yere düşmüş kıza baktım.

"Çok kibarsın" dedi yere düşen kız.

"Yeni birini ne güzel karşılıyorsun" dedi o sırada yanımdaki yatakta oturduğunu fark ettiğim kitap okuyan başka bir kız. Hemen yatağımdan kalktım ve az önce yere fırlattığım kızın kalkmasına yardım ettim.

"Pardon, korkuttun beni" dedim. "Kusura bakma ama, tepemde ne işin vardı?"

Yatakta oturan kız konuştu.
"Boynuna siyah bir tırtıl tırmanıyor sanmış. Göz yanılması dedim, yine de bakmak istedi." dedi. "Bu arada, geceleri o kazakla uyumak seni rahatsız etmiyor mu?"

"Aksine, rahatlatıyor" dedim tedirgince. Boynumdaki siyah damarları tırtıl zannetmesi komikti açıkçası, ama neden siyah damarlarım olduğunu sormasından iyidir diye düşündüm. Çünkü şimdilik, hastalığımdan kimseye bahsetmeme gerek yoktu. Dumbledore, bu dönemde yaşamış çok önemli bir büyücü olduğunu söylemişti, tek yapmam gereken onu bulmak ve arkadaş olmak, bir iyilik istemekti.

"Bu arada, ismin neydi?" dedi yere düşen kız.

"Sarah" dedim gülümseyerek. Kız, gülümsememe karşılık verdi.

"Ben Millie, o da Kate" dedi yatakta hala kitap okuyan kıza. Kızdan geri bildirim alamasamda, tanıştığıma memnun oldum deme gereği duydum.

Kahvaltıya inmek için üstümüzü değiştirdik, yeni aldığım ve geldiğim zamana uygun olan Gryffindor cüppemi giydim.

"O kazağa izin vereceklerini sanmıyorum, üniforma konusunda çok katılar" dedi Kate. İç çektim.

"Bana verirler." dedim. Millie kıkırdadı ve 'prenses' gibisinden bir şeyler söyledi. Ardından, hep birlikte çantalarımızı da alıp Büyük Salon'a gittik. Gryffindor masasına oturduk, bir yanıma Kate, karşıma ise Millie, diğer yanıma ise tanımadığım biri oturdu. Tabaklar dolduğunda, Millie'nın yanına başka birinin oturmasıyla yemek yemeyi bıraktım ve çarprazıma oturmuş olan Slytherin erkeğine dik dik baktım. Sanırım rahatsız olmuştu, ve neden ona bu şekilde baktığımı merak ediyor gibiydi.

"Hey Millie" dedi dirseğiyle yanındaki kızı dürterek. "Yeni arkadaş neden bana öldürecek gibi bakıyor?" Millie de dahil etrafımda oturmuş herkesin kafası bana döndü.

"O bir Slytherin değil mi?" dedim duygusuzca. "Neden Slytherin masasında oturmuyor?"

Yanımda oturan Kate bana garipçe baktı. Sesimdeki nefreti sezmiş gibiydi anlaşılan, nedenini çözmeye çalışıyordu. Sonuçta okula yeni gelmiştim, bir Slytherin'den neden ve nasıl nefret edebilirdim, değil mi?

"Kahvaltıda herkes istediği yerde oturabiliyor" dedi Slytherin'li çocuk sorumu cevaplamak için. Basit bir soru olarak değerlendirmeyi seçmişti sanırım, pek üstelemedi.

"İsmin ne?" dedi bana. Kafamı tabağımdan kaldırmadan "Sarah" dedim.

"Pekiiii, amma da neşeliymiş" dedi oğlan sırıtarak. "Ben de Kevin. Bana Gryffindor kalpli Slytherin falan da derler." dedi.

Pekala, bu dediği komiğime gitmişti, yani gülebilirdim.

Kocaman sırıttığımda, Kevin parmağıyla zafer işareti yaptı. Sanırım her Slytherin'in aynı olmadığını kendime hatırlatmalıydım. Ancak mazi buna pek izin vermiyordu.

"Gryffindor kalpli Slytherin olduğuna göre dışlanıyorsunudur" dedim Kevin'a. Kevin omuz silkti.

"Evet, ama umrumda değil. Gryffindor'lar beni seviyor. Türümün tek örneğiyim ben ve bu durumdan hiç rahatsız değilim" dedi kocaman sırıtarak. Aklıma yıllarca 'laklak lovegood' un en iyi arkadaşı olduğum için kendi binam da dahil herkesten dışlandığım gelince yüzümü buruşturup 'tabii canım, asla seni yarı yolda bırakmazlar' dememek için kendimi zor tuttum. Bunun yerine "Ne hoş" demekle yetindim.

"Kendi binanı anlatsana bana, kimler popüler falan..." dedim bir kaç bilgi toplamanın faydası olacağını düşünerek. Kevin sonunda bitmiş tabağını itekledi, ben de balkabağı suyumu içiyordum o sırada.

"Ihmm, bi kere belli bir grup var popüler olan. Abraxas Malfoy, sarışın severlerin takıntısı. Orion Black var, o da serseri severlerin ilk koşacağı kişi. Lestrange, Dolohov, Nott vesaire falan var. Ama asıl bulaşmaman gereken kişi Tom Riddle." dedi. Merakla dinlemeye devam ettim.

"Şu gizemli Riddle'ı biraz daha açar mısın?" dedim. Kevin sırıttı. "Öncelikle her kızın fantezilerini en az 1 kere süslemiştir. Belki Rose Andrews hariç, ondan nefret ediyor çünkü. Biliyorsun, başöğrenci. Neyse, Tom Riddle, aha şu en köşede yalnız oturan oğlan. Tüm gün o elindeki deftere bir şeyler yazar, başka uğraşı yok. Hayalperest kızları kovmak dışında tabii. Gerçi zaten Riddle sadece onlara bir bakış atıyor, kızlar direkt kayboluyor. Nasıl yapıyor bilmiyorum ama onun karşıt büyüsüne ihtiyacım var" dedi. Kahkaha attım.

"İyi ama çok gıcık, nasıl sevebiliyorlar onu?" dedim dünü hatırlayarak.

"Yeni geldiğini biliyorum, daha ilk derse girmedik. Zaten anlarsın, ama ben söyleyeyim yine de. Riddle çok başarılı bir büyücü, zeki, çalışkan, huyları hariç mükemmel biri ve öğretmenlerin hepsinden daha bilgili. Dumbledore hariç gerçi, o gerçekten gelmiş geçmiş en büyük büyücü" dedi.

Evet, ve eğer o bana bir tedavi bulamıyorsa kimse bulamaz.

"Yine de..." dedi Kevin zihnimi okumuş gibi. "...gelecekte Dumbledore'dan çok daha güçlü olacağını düşünüyorum." dedi. İç çektim. 'benim o kadar zamanım yok' diye mırıldandım. Zaten anladığım kadarıyla, Tom Riddle'ın benimle arkadaş olmak için hiç bir sebebi yoktu. Beni de diğerleri gibi kovacak, Rose'un dediği gibi küçük düşürecekti.

"Bu arada, olur da laf dalaşına girersiniz diye söylüyorum -çünkü tam da laf dalaşına girmek istiyor gibi bakıyorsun, kafandan neler geçtiğine dikkat et. Bir dedikodu duydum, sanırım zihin okuyabiliyor."

O sırada, beynime yıldırım hızında düşen düşüncelerle içtiğim balkabağı suyunu püskürttüm.

"O, kurbanlarının zihinlerine girip belli görüntüler koyarak onlara işkence ediyor, çıldırma derecesine geldiklerinde kendisine ölmeleri için yalvarmalarını bekliyor. Ancak o zaman, yeterince tatmin olup kurbanlarına istediklerini veriyor."

Şok geçirerek aniden ayağa kalktım. O kadar hızlı kalktım ki oturduğum yer titredi.

Düşünceler, beynime akın ederken hatırladıklarım beni soluksuz bırakıyordu.

O Tom Riddle'dı.

Tom Marvolo Riddle.

Lord Voldemort'tu o. Gelmiş geçmiş en kötü karanlık büyücüydü.

Ve ben, geçmişte o kadar yıl varken Riddle'ın öğrencilik yaptığı döneme gelmiştim.

"NE !?" diye bağırdım şaşkınlık içinde. Gryffindor masasının tümü, ve Büyük Salon'un neredeyse tamamı bana dönmüştü.

"Uhmm, iyi misin Sarah?" dedi Millie garipçe, hatta korkmuş şekilde bana bakarken. Ben ise cevap vermedim, hala hatırladıklarımla başa çıkmaya çalışıyordum.

Dumbledore'un söylediği şey aklıma geldiğinde içimdeki dehşet büyüdü. "Bu okulda büyük büyücüler yetişti, kimi iyi kimi kötü yola saptı. Ama sonuçta büyük işler başardılar." Ne yani, Lord Voldemort ile tanışmam için mi yollamıştı beni buraya? Bunun tamamen tesadüf olma ihtimali var mıydı? Elbette yoktu, saçmalamaya başlamıştım.

"Bu günlük bu kadar duygu yoğunluğu yeterli!" dedim yine sesimi ayarlayamadan ve neredeyse koşarak Büyük Salon'dan çıktım. Çıkmadan önce istemsizce bakış attığım Slytherin masasında, Riddle'ın kısık gözlerini yakalamıştım. Aynı hızda gözlerimi ondan çekmiştim ve az kalsın çarpacağım duvara son anda çarpmaktan kurtulmuştum.

Merlin aşkına, ben nereye gelmiştim?

𝑃𝑜𝑖𝑠𝑜𝑛 <<𝑇𝑜𝑚 𝑀𝑎𝑟𝑣𝑜𝑙𝑜 𝑅𝑖𝑑𝑑𝑙𝑒>>Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin