Pekala, bu tuhaftı. Adamın gözlerimin içine baktığına yemin edebilirdim. Benden başka biri de dışarı bakıyor muydu diye merak edip sınıftakilere göz attım. Fakat her şeyden habersiz sıkıcı geometri dersini dinliyormuş gibi yapmaya devam ediyorlardı.
Derin’in hazırlıksız dürtmesiyle havaya sıçradım.
“Hey, sen iyi misin? Bembeyaz oldun.” diye fısıldadı. Umursamaz bir tavırla kafamı aşağı yukarı salladım. Tatmin olmuş bir şekilde kitabını karalamaya devam etti.
Bana sonsuz gelen bir süreden sonra ders bitti ve Derin’le kantine gittik. Boş bir masa bulduktan sonra oturup derin’in çay almasını beklemeye başladım.
Daha bir dakika bile olmadan yanımdaki sandalyeyi ters bir şekilde çevirip oturan çocuğa baktım. Cihan. Başka kim olabilirdi ki?
“N’aber Eko?” diyerek benimle alay etmeye başladı. İsmimden nefret ediyordum. Bana takılan lakaplar çok küçük düşürücüydü: Boş Oda, Eko, Akis ve benim henüz duymadığım yüzlercesi…
Aslında en saçması ‘Boş Oda’ydı. Ne yani yankı illa boş odada mı olur? Haydi ama, ben bile kendime daha iyi bir lakap bulabilirdim.
Düşüncelerimden sıyrılıp masaya doğru eğilmiş bana büyük kahverengi gözlerle bakan Cihan’a döndüm. Gözlerimi devirerek “Ne istiyorsun?” diye sordum. Aslında tam olarak ne istediğini biliyordum. Bütün okuldaki erkeklerin ne istediğini bildiğim gibi.
“Bildiğin üzere üç ay sonra balo var. Gerçi on ikinci sınıfların balosu ama on birinci sınıflar olarak biz de gidebiliyoruz. Her neyse, diyecektim ki Derin’le konuşsan da benimle gelse?”
Tam da tahmin ettiğim gibi. Okuldaki bütün erkekler -dokuzuncu sınıflardan on ikinci sınıflara kadar- Derin’in peşindeydi. Evet, en yakın arkadaşım acayip popülerdi. Bense şu hep arkalarda duran sessiz kız.
“Ee ne diyorsun?” dedi ve muzip bir ifadeyle gülümsedi.
“Hım bir düşüneyim.” -işaret parmağımı çeneme yerleştirip tavana baktım ve düşünmüş gibi yaptım- “Hayır. Şimdi defol buradan.”
Muzip ifadesi bir anda soldu ve kaşlarını çattı. Açıkçası bu ben-büyük-tehlikeliyim-bana-bulaşma bakışları bana pek işlemiyordu. Ona dik dik bakıp bu ifadesine gülmemeye çalışırken Derin elinde iki bardak çayla masamıza geldi.
Cihan, Derin’in geldiğini görür görmez ifadesini değiştirip ona çapkın bir gülümseme gönderdi. Derin, Cihan’a bakma zahmetine girmeden bana çayımı uzatıp “Al bakalım.” Dedi. Gülümseyerek çayımı aldım ve Cihan’a gitmesi için bir bakış attım. Bakışımı görse bile oralı olmadı ve Derin’e bakmaya devam etti. Gözlerimi devirdim. Haydi ama!
Derin nihayet Cihan’ı yeni fark etmiş gibi durdu ve kaşlarını hafifçe çattı. “Benim yerimde oturduğunun farkındasın değil mi?” diyerek incecik kaşlarını kaldırdı. Şu an ben bile Derin’den hafif tırsmıştım. Cihan bir an paniklese de hemen sandalyeden kalkıp düzeltti ve Derin’in oturması için geri çekti. Kıçımın centilmeni.
Derin biraz bile etkilenmişe benzemiyordu. Cihan ayakta dikilip Derin’i süzmeye devam ederken çayımdan bir yudum aldım. Nihayet Cihan transtan çıkar gibi kafasını iki yana sallayınca ikimizde ona doğru döndük.
“Şey… Derin… Merak ediyordum da… Iııı… Balo kavalyen var mı?”
Şu an kesinlikle acınası görünüyordu. Bu hali karşısında bir kez daha gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Derin çok yavaş hareketlerle kafasını çevirip Cihan’a baktı. İyice süzdü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TEHLİKE ARAF
Novela JuvenilEnseme giren iğne darbesinin acısıyla çığlık atmak istiyordum. Fakat yapamadım. Bütün bedenim kaskatı kesilirken adamın beni taşıdığını zar zor fark ettim. Konuşamıyordum. Debelenmeye başladım ama boşunaydı. Yavaş yavaş gözlerim kararırken çırpınmay...