Garipten sesler duyuyordum. Bir adam sesi. Neredeydim? Uyanamıyordum. Bilincimin açık olduğunun farkındaydım fakat kıpırdayamıyordum. Felç olmuş gibiydim. Neredeyim? Beni nereye götürüyorlar? Beni kim kaçırdı? Bekle. Hatırlıyordum. Neredeyse hatırlıyordum fakat düşünce bir anda beynimden uçup gitti. Organ mafyaları mı acaba? Ne istiyorlar benden? Şey, eğer organ mafyalarıysa ne istedikleri pekte gizli değil. Neden ben? Belki de sadece şanssızlığımdandır. Ya annem? Kaybolduğumu öğrendiğinde ne olacak? Muhtemelen babamın ölmeden önce bana miras bıraktığı parayı kendi hesabına yatırır. Hayır, ona bu zevki yaşatmayacağım. Kaçmam lazım. Ya Derin? Beni özleyecek miydi? Eğer ölürsem benim için yas tutacak mıydı? Yoksa benim yerime başka bir kız mı bulacaktı? Ölmek istemiyordum.
“Uyan uykucu.”
Yine o duyduğum erkek sesi. Çok tanıdık geliyordu. Ama beynim hafızamı yoklamama izin vermiyordu. Arafta kalmış gibiydim. Ne uyanık ne baygın.
“Tanrı aşkına ona bu kadar uzun sürecek dozda zehir vermedim ki. Neden bu kadar uzun sürdü?” dedi o tanıdık ses. Zehir mi? Kıpırdayamamamın sebebi zehir miydi? Kalbime ulaşınca ölecek miydim? Bu fazla klişe olurdu. Ayrıca iğneyi boynumdan enjekte etmişti. Çoktan kalbime ulaşması gerekirdi. Ne kadar uzun süredir baygındım? Belki de sadece 5 dakika olmuştu. Zaman kavramımı kaybetmiştim. Bu acı olay karşısında gülmek istedim ve ağzımdan iniltiye benzer bir ses çıktı.
“Şuna da bakın, bilinci yerine gelmiş bile.” Dedi erkek sesi. Birkaç dakika sonra “Of daha fazla sabredemem. Levent adrenalini hazırla.” Diye emir verdi. Levent mi? Ne yani yalnız değil miydi?
Bacağıma giren iğneyi hissettim. Ama bu sefer acı yoktu. Sıvının yavaş yavaş damarlarımdan ilerleyişini hissediyordum. Aniden öyle bir enerjiyle sarmalandım ki beynimin patlayacağını düşündüm. Zıplarcasına yattığım yerden doğruldum. Nefes nefese kalmış halde delicesine etrafıma bakıyordum. Hafızamdaki sis dağılırken olayları hatırladım. Cafe Riva. Kıvanç. Kıvanç Yavuz. İğne. Korku.
Bir tümsekten geçip kafamı tavana çarpınca bir arabada olduğumu anladım. Göz ucuyla direksiyonun üstünde yazan markaya baktım. Range Rover.
“Nihayet!” dedi ön yolcu koltuğunda oturan adam. Bir saniye. Bu sesi tanıyorum.
“Hiç uyanmayacaksın sandım, küçük hanım.” Kıvanç bana piç bir gülümsemeyle bakıyordu. Ellerimin ve ayaklarımın bağlı olduğunu fark ettim. Gözlerimi korkuyla açarak pencereden dışarıya, nerede olduğumuza baktım. Yol dışında her yer çimenlikti. Sürücüye baktığımda spor salonunda bol bol vakit geçirip kas yapmış siyah saçlı bir adamla karşılaştım. Otuz beşinde gibi görünüyordu ama hayatımda böyle kaslı erkek görmemiştim. Adamı uzun uzun inceledim.
“Levent’i sevdin bakıyorum? Gerçi o çok sessizdir. Birbirinize çok yakışırsınız. Aranızda on beş yaş falan var. Çok değil canım! ” diye alay etti Kıvanç. Levent’ten yana gözlerimi kaçırdım ama hiç istifini bozmamış bir halde yola bakmaya devam ediyordu. Kıvanç’a bakarak kaşlarımı çattım ve korkumu yok saymaya çalışarak sesimin titrememesini sağladım.
“Beni nereye götürüyorsun?”
“Ah, Levent bahsi sen kazandın sana bir Big Mac borçluyum dostum.” Dedi Kıvanç. “Önce hangi soruyu sorarsın diye iddiaya girmiştik de. Aslında Levent’in pek iddiaya girdiği söylenemez ama dediğim gibi pek konuşkan değildir zaten.”
Tekrar Levent’e -Amca?- baktığımda soğukkanlı bir yüz ifadesiyle yola bakıyordu.
“Her neyse. Tesise gittiğimizde sana her şeyi anlatacağım. Sadece oraya gidene kadar kaçmayacağından emin olmam gerek. Ayrıca şunu bilmen yeterli: sana zarar vermeyeceğiz. Aslında iki hafta sonra seni ‘alıkoyduğumuz’ için bize teşekkür edeceksin.” Dedi. ‘alıkoymak’ kelimesini söylerken üzerine baskı yapmış ayrıca iki eliyle tırnak işareti yapmıştı.
Onu taklit ederek “Yani iki hafta sonra beni ‘kaçırdığınız’ için size teşekkür mü edeceğim? Bana domuz boku yedirin daha iyi.” Dedim.
Kıvanç’ın gülmemek için dudaklarını birbirine bastırmasını izledim. Bunu komik olsun diye söylememiştim. Sadece o anda aklıma bir şey gelmemişti.
“Domuz boku mu?” dedi Kıvanç. Bir an gözlerim Levent’e kaydı. Sırıtıyordu! Nedense büyük bir iş başarmışım gibi kendimle gurur duydum. Hemen bu histen kurtuldum.
“Seni temin ederim ki tesisimizde domuz yok. Domuzun boku da. Ama hayal gücünü beğendim.” Diyerek iltifat etti Kıvanç.
“Güzel.” Dedim soğukkanlı bir ifadeyle.
“Eğer bana inanmıyorsan kendin görürsün. Geldik.” Dedi.
Etrafıma baktım. Arabanın camları siyah olduğu için cama yapışmak zorunda kalıyordum. Ellerim ve ayaklarım bağlı olduğu için dengemi kurmak hiç kolay değildi.
Kıvanç’ın arkasını dönüp kafama siyah bir bez koymadan önce söyledikleri her bir hücremi dondurmuştu. “Araf’a hoş geldin Yankı Parlar.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TEHLİKE ARAF
Novela JuvenilEnseme giren iğne darbesinin acısıyla çığlık atmak istiyordum. Fakat yapamadım. Bütün bedenim kaskatı kesilirken adamın beni taşıdığını zar zor fark ettim. Konuşamıyordum. Debelenmeye başladım ama boşunaydı. Yavaş yavaş gözlerim kararırken çırpınmay...