kan revan içinde

2.1K 119 314
                                    


Bir değişiklik yapıp bu bölümü önce yayınlamak istedim. Sezon finalinde olan olayları biraz değiştirerek yazdım umarım beğenirsiniz. "Kıskançlık hiç tarzım değil"in üçüncü partını birkaç gün sonra yayınlayacağım. İyi okumalar.

Yazarın Ağzından

Tiyatro, beklenenin aksine gerçekten kanlı bir final yapmıştı. Tek fark, kanlar içinde yere yığılan prens Doruk değil de yeğeninin katil olmasını engelleyen kahraman Orhan olmuştu. Şimdi ise herkes ameliyathanenin önünde toplanmış, adamdan gelecek iyi haberi bekliyorlardı.

Evet, iyi bir haber olmak zorundaydı. Aksi taktirde Aybike kaldıramazdı. Daha önce de hastane köşelerinde biricik babasının can çekişmesine tanık olmuştu. Şanslıydılar ki kötü sonuçlanmamıştı. Fakat şimdi, bu kadar şanslı olabilirler miydi bilmiyordu. Hiçbir şey bilmiyordu genç kız. Babası iyi olacak mıydı, çok canı yanıyor muydu, tekrar eskisi gibi mutlu olabilecekler miydi bilmiyordu. Tek bildiği şu an dehşet şekilde acı çektiğiydi.

Herkes hep bir ağızdan olayın nasıl gerçekleştiğini, Tolga'nın nerde olduğunu veya şimdi n'olacağını soruyordu. Berk büyük bir sabırla hepsine teker teker cevap verse de gözü sadece, bir köşeye sinmiş sessizce acı çeken Aybike'nin üstündeydi.

Gözlerini bir köşeye kitlemiş, sessizce ağlıyordu genç kız. Bu sessizlik Berk'in canından can götürüyordu. Herhangi bir şeyde bile asla sessiz kalamayan hırçın prenses, konu kendi acısı olunca kimseye yük olmamak için çıt çıkarmıyordu. Oysaki kızın sessizliğiyle attığı çığlıklar, Berk'in kulaklarını tırmalıyordu.

Berk'in odak noktası kızın suratı olunca, çocuğun gözleri âdeta dürbüne dönmüştü. Önce kızın her bir mimiğinden ne hissettiğini anlamaya çalıştı. Yukarı kıvrılan kaşları, kasılan çenesi, titreyen dudakları... Gülünce mükemmel bir şekil alan bu dudaklar ile şimdi çaresizce titreyen dudakların aynı olduğuna inanamadı genç çocuk. Daha doğrusu inanmak istemedi. Eğer inanırsa şuracıkta ağlamaya başlardı.

Son olarak, karşılaşacağı manzaradan korksa da gözlerini, kızın gözlerine çıkardı. Kimsede öyle güzel bir ela olmadığına kuşkusuz bahse girebileceği o gözler, şimdi kıpkırmızıydı. Hep parıldayan o gözler şimdi sulanmamış bir çiçek gibi solmuştu. Gözyaşlarının biri gidiyor biri geliyordu. Hiç kuru kalmıyordu o pamuk yanakları.

Aybike tek başına acı çekiyordu ve Berk onu teselli edemiyordu. Dudaklarından dökülecek hiçbir kelime, onu mutlu edemezdi, aksine mutsuz bile edebilirdi. Malum, on lafından dokuzu kızı ya sinirlendiriyor ya yaralıyordu. Bu düşünceyle yutkunma ihtiyacı hissetti Berk.

Dahası, kendisini suçluyordu. Eğer bir dakika önce uyanmış olsaydım böyle olmayacaktı, Tolga'nın oyununu nasıl daha önce fark etmem, Orhan Amca'ya söylemeseydim adam yaralanmayacaktı... Bu düşüncelerin doğru olmadığının içten içe farkındaydı ama yine de engel olamıyordu.

Asıl suçluluk duyduğu başka bir şey vardı sanki ama bir türlü çözemiyordu. Ta ki Şengül konuşana kadar.

"Bunların huyu bu Akif Bey! İt gibi bunlar birbirine dalaşır, olan 'yine' benim kocama olur!"

İşte şimdi ne için bu kadar suçluluk duyduğunu biliyordu. Aybike'nin biricik babası şu an Tolga yüzünden bu hâlde olabilirdi ama daha önce kendisi de adamı bu hâle getirmişti. Aybike'nin üzülmesine sebep olduğu için kaç saattir Tolga'ya küfür ediyordu fakat kendisi de Tolga'dan farksız değildi.

O zamanlar verdiği hasarın bu kadar büyük olduğunu bilmiyordu. Kendi paçasını kurtarmakla meşguldü. Eğer dedi korkarak... Eğer Aybike'nin bu kadar acı çektiğini görseydim, yine de parayı basıp hapishaneden çıkar mıydım veya bahçelerine gidip dalga geçer miydim...

zıt kutuplar | aybike & berkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin