10

5.3K 708 976
                                    

Jeongguk'un, canımı yerinden söküp akbabalara yem etmesinin üzerinden iki hafta kadar geçmişti. Kışın iyice bastırdığı günlerdeydik. Annemin o akşam, yemeğe Jeongguk'u çağırdığını bildiğimden yerinde durmayı bir beceremeyen kalbime hakaretler ediyordum. Mutfaktaydım. Kahvemin özütlenmesini bekliyor, diğer yandan bahçeyi gözlüyordum. Jeongguk'un gelip gelmeyeceğini bilmemek her geçen dakika derin nefesler alma dürtümü besliyordu, ilk sahnesine çıkacak kreş çocuğu gibi davrandığıma inanamıyordum.

Gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım, odayı dolduran kahve kokusunu soluyarak bağımlı beynimin haz merkezine uyarılar yolladım. Kaslarım gevşedi, gerginliğim dindi, zihnimde sadece kahveden bir yudum almak kaldı. Tam o an sürgünün sesini duydum, gözlerimi açtım, Jeongguk'la karşılaşır karşılaşmaz korkuyla yerimden sıçradım.

"Ne haber babalık?" dedi, serserinin teki gibi sandalyelerden birine kurulurken. Yaralardan arınmış suretini o kadar yakınımda gördükçe içim titreyip durdu sanki. Yutkundum. Jeongguk hâlimi görüp garipsedi, derdimi anladığını düşündüğünde söze girdi:

"Annen çağırdı."

Ela, iri gözlerine baktıkça sinirlenmekle özlemimi suretinde dindirmek arasında bir arafa düştüm.

"Geldin sen de."

Başını omzuna eğip neyin yanlış olduğunu ölçme çabasına girişti önce, sonra üşendi sanki, omuz silkti mutfakta gözlerini gezdirirken.

"Güzel yemek yapıyor."

Yüzüne baktıkça fikrimi toparlayamayacağımı anladığımda ona sırtımı döndüm, özütlenmiş kahvemi kupaya doldurdum usulca. Havadan, sudan konuşmak yerine nem kaptım.

"Konuşuyorsun benimle."

Agresifçe mırıldanmam üzerine Jeongguk'un sırıttığını hisseder gibi oldum. Kendime olan saygımı korumak için kahveden bir yudum aldım, yüzümü ifadesiz tutmaya çabalayarak tekrar yüzüyle yüzleştim.

"Neden konuşmayayım? Komşular birbirlerine yemeğe gidiyorlarsa ve neredeyse yaşıt çocukları varsa o çocuklar birbiriyle konuşur. Kural gibi bir şey bu. Bilmiyor musun?"

Alakanın maydanozu kırgınlığım, Jeongguk'un gölgesini gördüğünden beri yapmak istediği üzere spot ışığını devraldı.

"Neden izin verdin o kıza?" dedim verdiğim tüm sözleri çiğneyerek, kendime olan ufak saygımı da yitiriverdim o vakit. Jeongguk başını olumsuzca salladı alaylı bir biçimde gülerken. Açıkça dalga geçiyordu yalnız konu o olduğu vakit ortaya çıkan bireysel disiplin eksikliğimle. Kırgınlık, bu tavırdan hiddetini arttırmak dışında etkilenmedi.

"Benim arkadaşım dokunuyor ağaca sadece, yumruk atıyorsun ona. Senin kız arkadaşın merdivenleri çıkıyor bir bir, tek kelime etmiyorsun."

"Kız arkadaşın" vurgusu yaptığım vakit kaşlarını kaldırıp başını "öyle mi?" der gibi eğişini kaçırmadım. Mimiklerini, beden dilini gün geçtikçe daha etkili ve acımasızca kullanıyordu. Jeongguk, güzelliğinden faydalanmayı iyi biliyordu. Kollarını iki yana açarak geniş gövdesini gözlerime sundu. Kendimde, ona bakacak cesareti bulamadım.

"Senin için korumaya değmeyecek anılar olduğunu fark ettiğimde ben neden çabalayayım ki, dedim. Bıraktım, ilgisi olan ilgilendi."

Kendini sonuna dek haklı çıkarma politikası zayıflamadığı gibi haklı olduğunu biliyor olmamdan vurmaktan da çekinmiyordu. Gözlerinde görüyordum. "Nasıl hissettiriyormuş?" diyordu, köşeye sıkıştırıyordu beni. Jeongguk, vicdan azabıma çok iyi oynuyordu. Yutkundum, gözlerimin titreyişi o acımasızlığını biraz olsun yumuşattı, derin bir nefes aldı.

şahsiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin