Havanın serinliğinde, göğün tüm grisi omuzlarıma binmişken kampüsün bahçesinde oturuyordum. Henüz yalnız kalmış olsam da o gün başladığından beri yalnız hissediyordum. Göğsümün solunda bir ağırlık, zihnimde göktekilerle yarışabilecek dolulukta bulutlar vardı. O bulutlar ben düşündükçe ağırlaşıyor, göğün aksine içindekini yağmıyordu. Gök rahatlıyordu o gün, ben gittikçe kararıyordum.
İncecik yağmur damlaları saçlarıma vurduğu vakit oturduğum banktan kalktım, hâlbuki kalkasım da yoktu. O gün hiçbir şey yapmak istemiyordum.
"Kim Tae!" Nefesim kesildi sesini duyduğumda. Evrendeki tüm sesler sustu, ne trafik kaldı algılarımda ne insanlar, yalnızca onu duyabiliyordum sanki. Hızla sesinin geldiği yöne döndüm bana baktığı bir anı dahi kaçırmamak için. Jeongguk tüm güzelliğini giyinmiş, akıllara zarar suretinde anlamlandıramadığım bir ifadeyle olduğum yere doğru koşuyordu. Sanki her şey yavaşladı; yüzüne vuran her yağmur damlasını, her bir hareketinde salınan yarı ıslak su yeşili saçlarının her bir telini görür oldum. Her bir kirpiğine dokunabilir, silik çilleri kadar saymayı öğrenebilirdim. Yanıma ulaşması onun için saniyeler, benim için asırlar sürdü.
Aklımı bulutlara asmışçasına, saçları yağmurda ıslanmış sandım ilkin. Sonra aynı yağmurda nasıl farklı ıslanırız, onu düşündüm. Göğsüme ağrılar girdi bu fikirle. Bir an sonra fark ettim Jeongguk'un duş aldığını. O soğukta saçlarını kurutmadan çıkıp, incecik bir kapüşonluyla yanıma gelmesi içimi titretti. Buram buram bir şeftali kokusu duydum ardından. Öyle ağır, öyle anılarımdan bir parçaydı ki o an önümde, nefes alamadım. Jeongguk'un ışıltılı gözleri kısıldı, o yeşili baskın ela gözlerine hasret kalmanın sızısını başka hiçbir şeyde hissetmedim.
"Nefesini mi tutuyorsun sen?" dedi, kaşlarını çatarak. Anlamlandıramadı hâlimi. Kaşındaki aksesuara diktim gözlerimi, aklımı yitiriyordum sanki. Jeongguk başını eğdi, üstünü kokladı. "Kötü mü kokuyorum? Ne? Duş aldım antrenmandan sonra?"
Yüzüme vurduğu an istemsizce bıraktım nefesimi, bir parça endişe taşıdığını sandığım ve bu sanrıyla ağlamak istediğim gözlerine baktım, aklımda toplamaya çabaladım söyleyeceklerimi. Bir süre dilimden hiçbir şey çıkmadı.
"Buram buram şeftali kokuyorsun."
Muzip gözleri daha da kısıldı mümkünmüşçesine, bir serseri gibi gülümsedi, yarı ıslak saçlarını karıştırdı elleriyle. Koku yoğunlaştı.
"Ah, o mu? Yeni şampuanım. Beğendin mi?"
Cevaplamadan yüzüne baktım bir süre, durgunluğumun onu rahatsız ettiğini biliyor fakat aksi için herhangi bir şey yapamıyordum. Kendimi toparlamaya çabaladım, aklıma gelen ilk şeyi söyleyiverdim o sebeple:
"Ne antrenmanın vardı?"
O akıllara zarar mimiklerini kullandı, çok kısa bir anlığına kaşlarını çatarak başını eğdi omzuna beni inceler gibi. Umursamadı sonra, üzerinde durası gelmedi durgunluğumun. Konuşası vardı belli ki.
"Voleybol. Ağzına sıçtım rakibin. Tebrik et beni."
Ne yaptığımın farkında dahi olmayarak avcumu kaldırdım, yıpranmalarına rağmen yumuşacık kalan su yeşili saçlarına iliştirdim usulca. Nemliydi hâlâ saçları, üşümesinden endişe ettim. Yine de dillendirmeden, yavaşça saçlarında gezdirdim ellerimi. Nerede, ne yaptığımı unutmuşçasına.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
şahsi
RandomKaçırdık zamanın ipini eski ağaç evin içinde bulamasın bizi kimse bakmasak da göz göze başın dizimde kal benimle. -Kimlerden.