Balkonu nasıl terk ettiğimi ben ve yıldızlardan iyi kimse bilemezdi. Merdivenleri inerken titreyen bacaklarım yüzünden yalpaladığımı, yüksekten düşmekten korkmama rağmen merdivenlerin büyük bir bölümünü atladığımı, bahçeye çıktığım vakit ciğerlerimi yakan o nefesi nasıl karşıladığımı kimse bilemezdi. Belki Jeongguk bilirdi ya o bilse de bilmemezlikten gelirdi.
Ağaç eve koştum, merdivenleri hızla tırmandım, ellerim titriyordu. Kollarım son basamağı çıkmak üzere ağaç evin zeminine tutundu, kendimi yukarı çektim, sanki Jeongguk'u orada bulamayacakmışımcasına endişeliydim.
Gözlerimiz buluştu.
Göz çevresi kızarmıştı, burnu ve nemli dudakları gibi. Ay ışığında rengi seçilemeyen bukle bukle saçları gözlerine dökülüyordu. Kapüşonlum vücudunu sarıyordu, eşofmanı vardı üzerinde. Üşümüyordu. Ağaç evin duvarına sırtını dayamış, bir dizini kendine doğru çekmiş, kolunu üzerinde dinlendiriyordu. Başı olduğum yere doğru dönük ve eğikti. Koyuydu gözleri, ışıl ışıldı da. Akıl alacak kadar güzel görünüyordu.
Göz bebekleri titredi, ışıltısı çarptı gözlerime. Ellerim titreyerek içeri ittim vücudumu, Jeongguk'un yaslandığı duvarın zıddına sırtımı vererek gözlerine baktım. Onu seneler sonra burada, benimle karşı karşıya bulmak burnumun direğini sızlattı. Gözlerime yaşlar dizildi. Başını çevirdi sonra göğe, gözlerime bakamadı daha fazla, gözlerindeki ışıltının gözyaşları olduğunu da öyle kavradım. Gözyaşlarını hep göğe bakarak dizginlerdi Jeongguk. Seyrettim. Gözyaşlarımın yüzümü boyadığını, da çınlayan göğsümün sesini dahi fark edemedim. Sadece onu izliyordum. Yüzü cam tavana dönükken daha aydınlıktı, ifadesini seçebiliyordum. Aksesuarını dişlediği alt dudağı titriyordu, çenesine kilit vurmuştu, takılı kaşının seğirdiğini gördüm.
Jeongguk'un canı yanıyordu.
Uzanıp onu göğsüme çekmek için her sebebim vardı, hiçbir sebebim yoktu aynı zamanda. Ben bu arafı yaşıyorken içimde, Jeongguk maskesini çoktan takınmıştı bile. Yüzüne tekrar baktığımda muzipçe gülümsüyordu.
"Al, kahverengi kapüşonlun." dedi, üzerini göstererek gururla. Gözlerimle buluştuğu gibi gözleri, ifadesi soldu. Ağlıyor oluşumu, öylece ve hiç gizlemeden, kaldıramadı. Onun yüzünden, onu orada görmeyi özlediğimden ağlayışıma üzülsün istemedim. Gülümsedim, kendimi onun kadar hızlı toparlayamıyordum. Boğazımı temizledim; bulunduğumuz hâl normalmiş, seneler hiç geçmemiş gibi davranmaya çabaladım.
"Çıkarma, üşürsün." Pürüzlü çıktı sesim, yutkundu, hafifçe güldü söylediğime. Oraya kapüşonluyu almaya gelmeme rağmen üzerinde bırakmama. Konu o olduğunda eylemlerimin tüm sebeplerini bir rafa kaldırmama.
"Sığıyormuşuz." dedim, tuhaf hissederek bir şeyler söylemek isteğiyle çevreme bakarak. Burnumu çektim usulca, iyice soğudu göğsümdeki his. Gözlerim çok gezinmedi etrafta, onu buluverdi yine. Gözlerindeki ışıltı yerindeydi fakat ifadesi bambaşkaydı, yutkunmadım.
"Dar ama. Sence de öyle değil mi?" dedi, söyleyişinde bir şeyler vardı. Nefes alamadım bir anda, sıcak bastı, zoraki yutkunabildim. Parmaklarım pijamamın kumaşına sarıldı.
"Hayır." Hiç sorun yokmuş gibi söylenerek çevreme bakındım tekrar. Jeongguk başka bir yere bakmama izin vermiyormuş gibi, bilinçsizce gözlerini buldum yine o koca karanlıkta. Öyle bir ışığı vardı ki gözlerimi çevirsem de baktığım yerde kalıyorlardı, aslına bakmak istiyordu içim.
"Daracık." dedi, ani bir hareketle yerinden doğrularak yaklaşırken. Ellerim ayaklarıma dolaştı, ne yaparım bilemedim. Soluklarım hızlandı, nice senaryo oynadı gözlerim önünde, aklımı yitirdim. Jeongguk iyice yaklaştı, birkaç soluk uzağımdaydı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
şahsi
De TodoKaçırdık zamanın ipini eski ağaç evin içinde bulamasın bizi kimse bakmasak da göz göze başın dizimde kal benimle. -Kimlerden.