4

5.9K 878 587
                                    

Isak Danielson - I Don't Need Your Love.

Saat yedi buçuktu.

"Bırakmamışsın." dedi Jeongguk, arabanın kapısını açıp ön koltuğa kurulduğu gibi. Saçları yine yataktan kalktığı kadar dağınık, gözleri uykusuzdu. Kocaman bir kot pantolon, siyah postallar, siyah tişört ve gelişigüzel geçirdiği belli geniş mi geniş bir kot gömlek vardı üzerinde. Aykırılığı, dağınıklığı beni gülümsetti. Başımı onaylamaz bir biçimde salladım, önüme döndüm ve arabayı çalıştırdım.

"Bugün bırakmak istemedim."

Odağımı yoldan çekmeden hareketlerini gözlemledim. Büyükçe, siyah sırt çantasını kucağına yerleştirdi. Sırt çantasından ziyade kamp çantasına benziyordu.

"Belini ağrıtacaksın." dedim, bir elim direksiyonda, gözlerimi yoldan çekmeden Jeongguk'un çantasına uzandım. Ağırlık testine giriştim, bayağı ağırdı. Kaşlarımı çattım. "Kesinlikle belini ağrıtacaksın. Azalt biraz ne koyuyorsan içine."

Jeongguk arkasına yaslandı, olduğu yerde rahat fakat omurgası için sağlıksız bir pozisyon aldı. Derince nefeslendim.

"Olmaz. Ne kadar mal, o kadar ciro." dedi, gülmeye çabaladım.

"Şaka yapıyorsun. Değil mi?" Bomboş yolda ilerlediğimden, arada bir yüzüne bakıyordum. Jeongguk kaşlarını çattı, yan gözle yüzümü süzdü. Saçları gözlerine gölgeler düşürdü.

"Hayır." Şokla, arabayı ani bir frenle durdurdum. Jeongguk emniyet kemerini takmadığından öne fırladı, ellerini ön cama koyarak kendini zor dizginledi, hiddetle döndü bana, saçları uçuştu, mümkünmüşçesine daha da dağıldı.

"Jeongguk!" Bağırdım. O düzgün, biçimli kaşları çatık, ne olduğunu anlamadığını belli eder biçimde yüzüme baktı. Şaşkındı, adrenalinle biraz hiddetliydi, ben şaşkındım, öfkeliydim.

"Aman, babalık. Ne abarttın." dedi, kaşları hâlâ çatık, irilmiş ela gözleri artık saf bir şaşkınlıkla parıldıyorken. Umursuzluğu yüzümü kızarttı.

"Jeongguk delirdin mi! Şimdi de uyuşturucu tacirliği mi yapıyorsun!"

Sesim arabadan çıkmayacak biçimde, hiddetle bağırmış bulundum. Çok sesli değildi lakin Jeongguk irkildi. Söylediklerimi kavrar kavramaz gözleri irice açıldı. Bayık bakışları gözlerini aralayana dek gözlerinin güzelliğini gizliyordu. O keskin, yeşili baskın ela bir anda çarptı yüzüme.

"Oha Taehyung!" dedi, üslubuna karşılık geriledim, kaşlarımı çattım. "Not satıyorum sadece."

Çantasındaki poşet hışırtılarını, ağırlığı açıklayan durumun satılacak otlar değil, notlar oluşu beni o an öyle rahatlattı ki anlık rahatlamayla olduğum yere yığılıverdim. Jeongguk garip garip izledi.

"Korkuttun beni." dedim, kendimi toparlayabildiğimde. Kaşlarını tekrar çattı, yerine tekrar yayıldı. Emniyet kemerini yine takmadı.

"Senin saçmalaman. Benlik bir olay değil."

Geçen haftaki karakol senin olayın, demek üzereydim, dilimi tuttum zira dakikalar önce yaşanan olay aklıma henüz düştü.

"Adımı söylemiyorsun ne zamandır." dedim, arabayı tekrar çalıştırırken. Aramıza bir sakinlik çöktü, az önceki gerginliği biz yaşamamışız gibi.

O da unutuldu. Yutkundum.

"Adını söylediğimde benden büyük olduğun için başına sonuna saygı eki eklemem gerekiyor. Sana ağabey de diyemeyeceğimden, Kim diyorum. Yeterince saygın." dedi Jeongguk. Ela gözleri yolu izliyordu, o umursuz ifadesi yine yüzünü süslüyordu. Saçları gözlerine düşüp duruyordu; ona bir toka, bir bandana almayı aklımın bir köşesine not ettim. Yolu gözlemeye devam ettim.

şahsiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin