"Lan pompacı, napıyon?" diye sordu Celal, arabasıyla tanıdığının yanına yaklaşarak. Asıl adı Celaleddin olmasına rağmen herkes ona Celal derdi. Bazen taşşağına Mevlana da dedikleri olurdu ama onun Mevlana'yla uzaktan yakından bağlantısı olduğu söylenemezdi.
Ne olursan ol gelme, ben Mevlana değilim beni germe diye düşünerek yaşıyordu.
Pompacıysa... pompacıydı işte. Lakabı buydu. Yıllardır çalıştığı benzinlikte alabileceği belki de akla gelen ilk lakaptı.
"İyilik güzellik, sen napıyon?" dedi Reşit, namı diğer pompacı, cama yaklaşarak. Mavi gözleri, sarı saçlarıyla aslında benzinlik köşelerinde değil de televizyonlarda konuşulması gereken bir model gibi görünüyordu. Kızların deli gibi fanlık yapacağı tipte biriydi. Özellikle Celal gibi kara kurdun yanında beyazlığıyla parıl parıl parlıyordu.
"Napıyım, işten döndüm. Bana 100'lük doldursana." Reşit pompayı alıp arabaya takarken Celal arabadan inmişti. Üstünde her zamanki gibi apaçileri andıran eskitme bir kot ve vücudunu sıkıca saran siyah bir tişört vardı. Meme uçları giydiği tişörtten her zaman belli olurdu.
"Bu akşam Güney'in nişanına geliyor musun sen?" diye sordu Celal, gözlerini kısarak. Reşit görüş alanına girdiği her an onu sürekli süzer, gözlerini ondan alamazdı.
"Allah'ın izniyle gelmeyi düşünüyorum." dedi Reşit. Kafasını salladı Celal.
Reşit ağzından duayı eksik etmeyen, her daim namazını kılan, Allah'a ibadet eden dindar bir adamdı. O kadar iyi, güvenilir bir insandı ki peygamberliğini ilan etse destekçisi mutlaka olurdu.
Tamam biraz abarttım o kadar da değil ama millet her şeyini gözü kapalı ona emanet eder, aklı bile kalmazdı.
Celal'se sözde Müslüman olup her türlü boku yiyen adamlardandı. Alkol, iddia, kumar, küfür, yalan, dolandırıcılık... Say say bitmeyen bir sürü kabahat daha... Mahallede kimsenin gram güvenmediği ama sevmekten alıkoyamadığı bir adamdı. Şeytan tüyü vardı. İki hoş sohbetle herkesin kanına girmeyi becerirdi.
Normalde bu ikilinin birbiriyle anlaşamaması gerekirdi ama tuhaftır ki çok iyi anlaşıyorlardı. Hatta iyi anlaşmaktan çok daha öteydi.
"Annen turşu bastı mı?" diye sordu Celal arabasına yaslanarak. Reşit'in annesi turşusunu, salçasını, dolmalıkları hep kendi yapar biraz fazla yapıp mahalleliye satardı. Dul kadının tek geçim kaynağı olduğundan mahalleli de hep ondan alırdı bunları.
"Bastı. Ayırsın mı sana?"
"Beş kilo alayım. Geçen sene yaladım yuttum valla."
"Söylerim." diyerek kafasını salladı. Pompayı depodan çıkarıp yerine taktı. Celal hızlıca cebinden yüz lira çıkarıp Reşit'e uzattı. Reşit parayı alıp cebindeki para destesinin içine yerleştirdi.
Celal siyaha dönük kahveleriyle etrafı tarayıp insan varlığını kontrol. Serinlik saatleri olduğu için çevre kalabalıktı. "Akşam görüşür müyüz? Düğünden sonra?" dedi Celal kısık sesle. Mahallede sevdikleri dostlarının düğünü vardı bu gece.
Reşit de aynı şekilde gözlerini hızlıca etrafta gezdirdi. "Bakarım." dedi sadece. Celal birkaç saniye ona baksa da kafasını sallamakla yetindi.
Reşit'in bu hayattaki tek günahı buydu belki de. Bir adamı sevmişti. Kalbine söz geçirememiş, bu sözde Müslümana aşık olmuştu.
Celal'in de ondan farkı yoktu. Seviyordu, hem de nasıl seviyordu. Gördüğü yerde kalbi sıkışıyor, bu sevda ona ağır geliyordu.
Tek sorun birbirlerinden ikisinin de haberinin olmayışıydı.
"Bakarsın." dedi. Tıpış tıpış kapısının önüne geleceğinden emindi Celal. "Ben gidiyorum. Daha berbere uğramam lazım. Allah'a emanet."
"Sen de." diye mırıldandı Reşit, ellerini cebine atarak. "Düğünde görüşürüz."
Celal arabasına atlayıp bir kolunu camdan sarkıttı. "Görüşürüz." Göz kırpıp arabayı çalıştırarak yoluna devam ederken Reşit kalbinin ritmini değiştiren o göz kırpmanın etkisinden kurtulmaya çalışıyordu.
ilk kez 3. gözden yazıyom tuhaf geldi ama beyendim. kitap çok uzun olmaz max 25 30 bölüm falan yazarım ama çok sağlam olcak ondan eminim inş siz de beğenerek okursunuz