Düğünde sırf el ele tutuşmak için halay boyunca hep yan yana durmuştu ikili. Ortaya geçip karşılık aşık atmışlardı. Her an birliktelerdi. Yan yana oldukları zaman gözleri birkaç dakikalığına üzerlerinde gezinmese nefessiz kalıp öleceklerdi sanki. Hep kaçak ve çekingen bakışlar..
İnsanlar 'vay ne ne iyi dostlar' diye düşünüyordu. Pompacı ve lakabını soyisminden alan Kırat. Gerçi onun kır olmayla bir alakası yoktu çünkü boz ayıdan farkı olduğu söylenemezdi. Simsiyah gür saç ve sakalları, vücudunu kaplayan siyah kıllar. Bir de esmer teniyle kapkaraydı. Ama bu karalık belki de ilk kez Celal'e bu kadar yakışıyordu.
Mahallenin kızlarının ve kızlarına koca arayan yaşlı karıların gözdesiydi. Bir türlü de kimseyi beğenmiyordu işte. Sebebini de kimse bilmiyordu.
Babası da Kırat diye çağırılırdı, dedesi de. Şimdiyse bir başına yaşadığı bu mahallede tek Kırat kalmıştı. Annesini yirmi bir, babasını yirmi yedi yaşında kaybetmişti. Kız kardeşinin evlenip gitmesiyle ailenin sahip olduğu tek şey olan ev de Celal'e miras kalmıştı.
Gerçi kız kardeşinin koca tarafı bu durumdan pek hoşnut değildi ama yine de bekar erkeğe kalan tek mal olduğu için çok üstünde durmamışlardı. Celal de sırf ağızlarına laf olmasın diye annesinden kalan altınları Zehra'ya vermişti. Sırf o altınlarla altlarına lüks bir araba çekmişlerdi.
Düğün her ne kadar saat 11 gibi bitse de mahallenin bekar erkekleri düğün sonrası toplanıp kendi aralarında takılıp bir gece geçirdiler.
Gece üç civarında birkaç kişi yavaştan evlerine dağılmaya başladığında Celal'in gözleri Reşit'in üstündeydi. Onunla gelip gelmeyeceğini merak ediyordu ama ne zaman baksa Reşit mavi gözlerini anında kaçırıyordu.
"Hadi, Allah'a ısmarladık." dedi Celal, Reşit'ten pas alamayınca. "Sabah iş başı yapmak lazım. Hayırlı geceler." Hala oturan adamlar Celal'e hayırlı geceler diye karşılık verdiğinde Celal elleri pantolon cebinde evine doğru yürümeye başladı.
Bu gece düğündü ya, siyah kumaş pantolon giymişti ama artık götü mü göbeği mi büyüdüyse gece boyu sıkmıştı onu. Sokak ortasında pantolonu çıkarıp eve öyle yürümek istiyordu. Mahallenin delisi Yusuf'a rakip olurdu.
Bu düşüncesine salak gibi sırıtıp elini ceketinin iç cebine koyduğu sigara paketine götürdü. Aradan bir dal alıp kalın dudaklarının arasına yerleştirdi ve tutuşturdu. Çektiği ilk nefes ciğerlerine ulaştığında rahatlamıştı. Tiryakiydi. Saatte iki tane içmezse anında eli ayağı dolaşırdı. Bu yüzden de her daim üstü sigara kokardı. Hoş bir kokudan ziyade ağır bir kokuydu bu. Bu kadar çok içen birinin sobadan farksız kokmamasına imkan yoktu zaten.
Yolu yarılamıştı ki arkasından tanıdık ses onun adını seslendi. Adını o dudaklardan duymak bile ensesindeki tüylerin ürpermesine neden oluyordu.
Arkasını dönüp ona doğru hızlı adımlarla yürüyen sarışın adama baktı. Dalgalı sarı saçları yürüdüğü sırada hafifçe dalgalanıyordu. Siyahla beyaz gibilerdi yan yana.
Sarışın yanına ulaştığında yürümeye devam ettiler. Reşit'in ona geldiği belliydi. Öyle olmasa çoktan birkaç sokak ötede kendi evine gitmiş olması gerekti.
"Düğün de güzeldi." diye mırıldandı Reşit. "Kafamız dağıldı yaşama stresinden."
"Hiç deme." dedi Celal. "Bunalıyorum artık aynı şeyleri yaşamaktan."
"Öyle." dedi Reşit sadece. Sonra kalan yolu sessiz yürüdüler. İnsanlar yanlarındayken her türlü gırgır şamata ve sulu şakayı yaparlardı. Böyle baş başa kaldıklarında da konuşacak pek bir şey bulamazlardı.
Evin önüne geldiklerinde Celal kapıyı açıp Reşit'in önden girmesini bekledi. Reşit içeriye adımladığında arkasından girip kapıyı örttü.
Ayakkabılarını çıkarıp içeriye yürürken sonunda gözlerden uzak ve baş başa olmanın yakıcı stresi vardı üstlerinde.
"Bir şey içecek misin?" diye sordu Celal ceketini çıkarttığı sırada. Reşit alkol zaten içmezdi de belki su, kola bir şey ister diye sormuştu.
"Yok, sağ olasın." dedi sadece. Kalçasını koltuğun kenarına yasladı. Salonda oturmayacaklarını bildiği için yerleşmemişti. "Yorgunum ben."
"Gel, kıyafet vereyim sana." diyerek kafasıyla yatak odasını işaret ettiğinde, Reşit doğruldu. Celal önden odasına girip dolabını açtı. Evinde Reşit'in kıyafetleri vardı ama onun üstünde kendi kıyafetlerini görmeyi sevdiğinden hep kendininkilerden verirdi.
Bir pijama çıkarıp Reşit'e uzattı. Sonra da kendine bir pijama alıp üstünü çıkarmaya başladı.
Göz ucuyla sarışına baktığında sütun gibi bacaklarından pijamayı geçiriyor olduğunu gördü. Derin bir nefes çekip önüne döndü ve pantolonu çıkarıp hızlıca kendi pijamasını da giydi.
Arkasını döndü. Reşit yatağın kenarına oturmuş onu izliyordu.
"Kilo mu almışım ben?" dedi göbeğinin üstünü kaşıyarak. Biraz göbeği çıktığından sıkıyormuş pantolon, şimdi de orada pantolon izi çıkmıştı ve tatlı tatlı kaşınıyordu.
Reşit onu şöyle baştan aşağıya süzdü. "He, almışsın."
"Yakışmıştır." dedi sırıtarak. "Bana yakışmayan şey yok."
"Beş on kilo sonra görürüm seni." dedi Reşit geriye yaslanarak. Dirseklerinden kuvvet alıyordu. "Bana bak, tek bir fazlalığım yok."
Celal de anında bunu fırsat bilerek Reşit'i baştan aşağıya süzdü. Birkaç adım atıp tam önünde durdu. "Evet yok." Sesi hayranlık doluydu. Reşit'in sarışınlığının, pürüzsüz teninin ve şekilli vücudunun yanında kendini asla beğenmezdi. Yakıştıramazdı kendisini.
Aynısı da Reşit için geçerliydi. Celal'in iri kıyım vücudunun yanında hep kendini ezik hissederdi. Yemesi iyiydi iyisine de bir türlü kilo alamamıştı. Kendini bildi bileli vücut tipi hiç değişmemişti.
Reşit'in yanağını hafifçe okşadıktan sonra yatağın etrafından dolanıp kendi tarafına geçti. Yorganın altına girerken Reşit de yatağa girmek için ayağa kalkmıştı. İkili kalın yorganın altına girip birbirine yaklaştı. Çarşafların arası soğuktu.
Reşit kafasını Celal'in koluna yasladığında Celal ona doğru dönüp bir kolunu da onun çıplak beline attı. İyice birbirlerine sokulmuşlardı.
"İyi geceler." dedi Celal, gözlerini onun kokusuyla yumarken. Reşit'in kolu da onun beline dolandı. Sıcak tenleri birbirine yapışmıştı.
"İyi geceler." dedi Reşit. Çoktan Celal'in sigara parfüm karışık kokusuyla mest olmuştu.
Çok geçmeden ikisi de derin bir uykuya dalarken farkındaydılar. Birbirlerinin kolları arasında olmadıkları gecelerde uyumak hiç bu kadar kolay olmuyordu.