Leya'dan
İzmir'e inişimiz üzerinden yaklaşık 2 saat geçmişti. Gecenin 4'ü olmasına rağmen neredeyse 10 tane pansiyon gezmiş fakat yinede bizim için ideal bir yer bulamamıştık. Olcay hoca en önde yürürken en arkadan ben ve Yağız geliyorduk. Uçakta neden bilinmez uyku tutmamıştı. Ekipte Tuana hariç herkesin uyuduğunu görmüştüm ama Tuana bile uyumamasına rağmen oldukça dinç görünüyordu. Peki ben neden yorgunluktan ölüyordum?
"Çünkü sen hep erken uyursun Leya."
Yağız'ın sesi ile irkilmiştim. Bu çocuk zihnimi falan mı okuyordu? Gerçekten enteresandı.
Ufak bir tebessüm edip bakışlarımı tekrar yola çevirmiştim. Daha doğrusu yeri izlediğim için birkaç adım önümd yürüyen Çağan'ın siyah spor ayakkabılarına. Yaklaşık 1 saattir onun ayakkabılarını izlediğim için artık o ayakkabıları unutmam oldukça zordu.
Etraf zifiri karanlıktı. Birkaç sokak lambası yolumuzu aydınlatsada pek bir şey görebildiğimiz söylenemezdi. Deniz yine Çağan'a sarmıştı. Özgür kulaklıklarını takmış yalpalayarak yürüyordu.
Bu tavırları ve davranışları beni ürkütüyordu. Özgür genelde pozitif ve etrafına enerji saçan mükemmel biriydi. Ama şimdi ise mutsuz ve olumsuz biri gibi davranıyordu. En kötüsüde bizi bırakıp gitmesinden korkuyordum. Daha doğrusu beni bırakıp gitmesinden. Her koşulda her şartta yanımda o vardı. O benim için şu dünyadaki en önemli kişiydi. Bunu herles bilirdi ya zaten.
Olcay hoca oldukça eski ama çokta büyük bir binanın önünde durduğunda ister istemez dönüp binaya bakma gereği duydum. Bina gerçekten çok ama çok eskiydi. Eskiden beyaz olan rengi gitmiş geriye sadece alaca bulaca bir gri renk kalmıştı. Işıkları neredeyse çalışmıyor denecek kadar sönüktü. Aynı dizilerdeki pansiyonlara benziyordu. İki katlı ve sıra sıra odalara sahip olan bir pansiyon.
Yağız'ın bavulunu sürmesiyle diğerleride peşinden pansiyona ilerlemeye başladı. Burası hiç güzel bir yer değildi. Ne olurdu sanki paraya kıyıp adam gibi bir otele gitseydik? Ama yok olcay hoca buna asla izin vermezdi. Gerçekten artık kusma seviyesine gelmiştim. Hayatımın en güzel dönemlerinden birini bu ahır gibi yerde geçirecek olduğumu düşündükçe içime bir taş oturuyordu sanki. Umarım odalarda tek olmazdık yoksa burada eminim ki korkudan uyuyamazdım.
Danışma yazılı tabelaya doğru yürüdüğümüzde genç bir kadın görüş açıma girdi. Saçları kızıl renkteydi ve tepesinden sıkıca bağlanmıştı. Üzerinde turuncu bşr tişört vardı ama önümüzde minik bşr duvar olduğu için altına ne giydiği belli olmuyordu. Olcay hoca geride durmamızı işaret ederek danışmada oturan kadınla konuşmaya başladı.
"7 tane oda kiralamak istiyoruz."
Danışmada oturan kadın kafa sallayıp önündeki kağıtlarla uğraşmaya başladı. Henüz birkaç dakika geçmişti ki yüzünde belli belirsiz bir kafasını kaldırdı.
"Maalesef 5 tane odamız mevcut. Kiralıyor musunuz?"
Olcay hoca bıkkın bir nefes verip bize döndü.
"Gençler çok yorulduk burada dinlenelim, olmadı sabah ayrılırız. Evdeki gibi kalırsınız olur mu?"
Çağan hiddetle kafa sallayıp başının ucuyla Tuanayı gösterdi.
"Hocam bari burada birlikte kalmayalım rahat bir uyku çekmek istiyorum ya."
"Aman ben bayılıyorum sana."
Tuana'nın adeta cırlayarak söylediği kelimeler üzerine Olcay hoca yüzünü buruşturup elini onlara doğru sallamıştı.
"Çocuklar kavgalarınız beni hiç ilgilendirmiyor. Aynı odada kalacaksınız. Yarın bir çaresine bakarız."