1. geriye sadece küller kalır

436 49 38
                                    

'mekan ve zaman yalandan ibarettir,' demişti jeno.
'bütün zeki yazarlar okuyucuyu kandırıp dikkatini kalemlerinin kusurundan uzaklaştırabilmek için kullanır onları...'

ben zeki bir yazar değilim, yazar mıyım ondan bile emin değilim bu yüzden hikâyemi anlatırken lokasyon bildirmeyeceğim. arasıra etrafı betimlemeye başlarsam bilin ki bunun sebebi ya manzaraya, ortamdaki hisse duyduğum anlık hayranlıktır ya da yazacak cümlelerim tükeniyordur ve kaçak oynamaya karar vermişimdir.

ne diyordum?

huh, lokasyon belirtmeyeceğim çünkü yaşadığım kasabanın adını bilmek size pek bir şey kazandırmayacak ancak müsadenizle ortamı açıklamak istiyorum.

hava sıcak, öyle sıcak ki hem jenonun hem de anlatıcınızın, yani benim, yanaklarımız kıpkırmızı. ikimiz de gizli mekanımız olarak gördüğümüz küçük sulama kanalının ilerisindeki çimenliklerin üzerinde uzanıyoruz. gölgedeyiz ancak nem yüzünden güneşin altında olmaktan pek bir farkı yok. altımızdaki çimenler, kısa şortumun açıkta bıraktığı bacaklarıma küçük birer ok gibi batıyor. arasıra cesur sineğin teki koluma yahut belime konsa da hafifçe sallanıp kovalıyorum onu. (bazen bu sallanmaların dozajı öyle artıyor ki vücudumun küçük bir parçası gölgeden çıkıp güneşlik alana taşıyor ve bunu tenime işleyen güneş ışınları sayesinde anında anlayıp geri toparlanıyorum.)

jeno ise her daim tütün kokan elleriyle sigarasını sararken daha önce hiç duymadığım bir şarkı mırıldanıyor. benim aksime sineklerden veya güneşten rahatsız gibi görünmüyor o.
az önce serinlemek umuduyla kanalda yüzdüğümüz için siyah saçları darmadağın ve hala ıslak. sade gömleğinin önü açık, oturuşu da tıpkı saçları gibi karman çorman.

özenle sardığı tutamı dudaklarının arasına bırakıp etrafı süzüyor, jeno her yerde sigara içmez. gizli mekanımız sigara içesini getirecek kadar güzel olsa gerek. incelemesi bittiğinde ise kısık gözleriyle yüzüme dikkatle bakıp işaret parmağının tersiyle yanağımı okşuyor.

"çillerin her gün daha da çoğalıyor sanki."

omuz silkiyorum,
"anannem de öyle söylüyor."

nazik dokunuşunu yüzümden uzaklaştırırken, sigarasını tek eliyle yakıp ciğerlerini derin bir nefes zehirle dolduruyor. gözleri duygu yüklü bir şekilde gökyüzünde gezinince kendimi yine, yeniden neden bu kadar dertli göründüğü hakkında kafa yorarken buluyorum. sonra aniden 'kural bir,' diye başlıyor jeno. 'kendine uğruna yazabileceğin bir şey bulmalısın.'

onu duydunuz, jeno ve ben yazın başlangıcından beri sürekli bunun hakkında konuşuyoruz. o, benim yazmak konusunda aşırı iyi olsa da resim çizmeye tutkun çocukluk arkadaşım. bense tek istediği yazmayı öğrenmek olsa da yazar doğmamış birisiyim. hikâyeyi gördünüz mü?
hemen kapmış olmalısınız, sonuçta jeno benim daha iyi bir yazar olmam için tavsiyeler vermeyi kabul etti. aldığım özel dersler sayesinde daha iyi bir yazar olabileceğime inanıyorum bu yüzden sıklıkla buluşup amacımı nasıl gerçekleştirebileceğimiz konusunda anlaşmaya çalışıyoruz.

her ne kadar jeno da yazmayı seçmeye değil, yazmanın insanı seçtiğine inanan birisi olsa da bana yardım etmeyi kabul etti.

aklımda neyin uğruna yazmak isteyeceğim dönüp dururken o, meseleye biraz daha açıklık getirmek adına söylüyor, 'içini yakıp kavuran bir ateş bulmalısın kendine... ama sönmeyecek kadar da kuvvetli olmalı. sürekli beslemen gereken bir yangın gibidir yazmak, alevleri harlamazsan zamanla geriye sadece küller kalır.'

'iyi de' diyorum isyankar sesimle, 'nereden bulacağım ben öyle ateşi?!'

'düşün' diye ısrar ediyor jeno. 'seni yaşatan şeyin ne olduğunu düşün, her sabah yataktan kalkmana sebep olan şey ne ise yazmama sebep olacak şey de o olacak.'

notes to the author me - jaenoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin