7. sen bensin sanki, ben de sen

281 37 44
                                    

annem her zaman derdi ki, insanların farkında dahi olmadığı tanrı vergisi yetenekleri olurmuş. resim çizebilmek veya iyi bir moda anlayışı gibi değil de daha manevi yetenekler...
uzun süre boyunca haksız olduğunu, saçma bir fikir öne sürdüğünü düşünmüş olsam bile zaman geçtikçe anladım ki gerçekten doğru söylüyormuş. sizinkini bilemem fakat benim tanrı vergisi yeteneğim, kötü zamanlar geçirdiğimde o zamanları hiç yaşamamışım gibi davranabilmek. garip, belki de bir çeşit panik haline kapılıyorum veya adına ne deniyorsa. mesela henüz onbeş yaşına yeni bastığım sıcak bir haziran sabahı, serinlemek için kanala girmeye karar vermiş korkuluklara takılınca da aşağı düşmüştüm. şans bu ya, o gün bütün kasabalılar toplanıp aynı anda darılarını sulamaya karar verdiğinden kanal boştu. yaklaşık on metreden düz betona çakıldığımda öyle çok canım acıyordu ki, çığlıklarımı duyan komşular kısa sürede etrafıma üşüşmüştü. annem hâlâ o gün yaşananları ve kanlar içindeki halimi unutamıyor olsa da benim için büyük bir olay değildi. hatırlıyorum ve 'ne aptalmışım!' diyorum ancak hepsi bu. bende travma yarattığı yok. yine aynı kanala gidip aynı tellere tırmanıyor hatta bazen su var mı diye kanalı kontrol etmeyi unutarak aşağı atlıyorum.

oldukça işlevsel bir yetenek anlayacağınız.

bahçe kapımızın önünde oturmuş toprak patikayı aşarak bana doğru yaklaşan jenoyu izlerken kafamın seher vakti denizi kadar dingin olmasını da bu yeteneğe borçluyum. merdivenlerde ettiğimiz büyük kavganın ardından jen çıkıp gideli saatler oluyor, sabahtan bu yana onu görmedim ve hava kararmak üzereyken eve geri gelmesi yüreğime su serpiyor. yaraları bile iyileşmemişken adi babasının yanına dönse jenoyu asla affetmezdim.

elime aldığım toprağı yavaş yavaş havaya serpip rüzgarın küçük taneleri uçurmasını izliyor, sakin sesimle soruyorum. 'neredeydin?'

mahcup hissediyor olacak ki yüzüme bakmıyor, elleriyle oynayarak yanıma geldikten sonra yere oturup cevaplıyor. 'kanala gittim biraz.'

'suya mı girdin?'

sessizce onaylıyor, 'hmm.'

'annem girmeyin demişti, yaraların mikrop kapabilirmiş.'

omuz silkiyor, 'zaten küçükler.'

başımı sallıyorum, 'yine de.'

tek kelime etmeden öylece oturduğumuz beş dakikanın ardından anlıyorum ki jeno kararını vermiş. hep böyle yapar zaten, ne zaman kafasını kurcalayan bir düşünce, ayağına takılan bir taş olsa kanala veya portakal bahçesine gittiğini söyleyerek sırra kadem basar, geri döndüğünde ise bir karar vermiş olur. iyi veya kötü...

görünüşe bakılırsa sabah olanlar hiç yaşanmamış gibi davranmayı planlıyor. tartışmak veya duygularımı savunmak için ne isteğim ne de halim var bu yüzden kendimi ona ayak uydururken buluyor, ağır ağır ayağa kalkıp gülümseyerek elimi uzatıyorum.
'kalk hadi, biraz gezelim.'

şaşkın bakışlarla süzüyor beni, bu kadar hızlı uyum sağlayacağımı düşünmüyor olsa gerek, 'nereye gideceğiz?' diyor.

'hiçbir fikrim yok, uzaklaşalım buradan.'  omuz silkip devam ediyorum, 'daha önce hiç gitmediğimiz yerlere gidelim, şafağa kadar pedal çevirelim.'

cümlem biter bitmez yüzüne kocaman bir gülümseme yayılıyor, jeno maceralara bayılır. uzattığım elini kavrayıp ayağa kalktığında bisikletimi işaret edip söylüyorum. 'benimkiyle gidelim, sen yaralısın.'

normalde olsa itiraz eder, kendi bisikletiyle gelmek için diretirdi ancak sabahtan beri dışarılarda dolaşıyor olduğundan ötürü yorgunluğu ağır bastırıyor olmalı, başını sallayarak onaylıyor. ikimiz de benim bisikletime bindiğimizde hafifçe arkama dönüp kontrol ediyorum, 'tutundun mu?'

notes to the author me - jaenoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin