hayatımın en güzel gecesinin sabahına kolum uyuşmuş ve sırtım ağrırken uyanıyorum. çıplak, terli sırtıma küçük taşlar batıyor ve kumlar tenime yapışmış. gözlerimi hafifçe aralayıp yanı başımda uyumakta olan jenoyu izlemeye koyuluyorum. her nefes alışverişinde ağır ağır yükselip inen göğsündeki minik kızarıklıklar dün geceki tatlı günahımızdan başka bir şey düşünmemi engellerken güzelliği başımı döndürüyor. baş parmağımı sıcaktan ötürü kurumuş dudaklarında gezdirip mırıldanıyorum, 'sen gerçekten benimle misin?'
başımı eğip gözünün kenarındaki minik bene küçük bir öpücük konduruyorum, bunu yaptığımda aniden hareketlenmeye başlıyor. normalde olsa saat henüz bu kadar erkenken onu uyandırdığım için vicdan azabı duyardım ancak hayır, bugün değil. kısık gözleri titreşerek açılıp benimkileri bulduğunda kocaman gülümseyip mırıldanıyorum. 'günaydın.'
kıkırdıyor, neden güldüğünü bilmiyorum ancak kıkırdıyor.
'gerçekten mi?'omuz silkiyorum, 'ne gerçekten mi?'
zayıf ellerini saçlarıma daldırıp emsemdeki tutamları kavrıyor.
'beni mi izliyordun?'reddetmeyeceğim, hem sonra buna gerek de yok. omuz silkip başımı dikleştirerek cevaplıyorum, 'evet, ne o yoksa hoşuna gitmedi mi?'
hoşuna gittiğini biliyorum, hisssettiği onca berbat duyguya rağmen koşulsızca sevilmek isteyen küçük bir çocuk var jenonun içinde.
söylediklerimi haklı çıkartır gibi parıldayan gözlerle yüzümü izlerken mırıldanıyor, 'sana baktığımda ne gördüğümü bilmek ister misin jaemin?'
dürüst olacağım, 'çok.'
burnumun üzerine kibar bir öpücük kondurup fısıldıyor, 'bir anne...'
kolları boynuma sarılı, vücutlarımızı birbirine yaklaştırırken gözümü de öpüyor, 'baba.'
yanağını okşuyorum, bunları duymak o kadar hoş ki neler hissettiğimi kelimelere dökmek zor. sıradaki şefkatli öpücüğünü çeneme isabet ediyor, 'bir ağabey.'
son öpücüğünü de dudaklarıma kondurduktan sonra baştan çıkartıcı kırmızılıkları hâlâ benimkilere değerken fısıldıyor, 'bir sevgili.'
işte bu kadar, aniden tüm kontrolümü kaybedip onu öpmeye başlıyorum. tek elim sıkıca çenesini kavramış hareket etmesini engellemeye çalışırken uzaklardan bir ses duyuyorum.
'sizi ibneler!'tanrı aşkına, bu nasıl bir zamanla ve neyin nesi böyle!
jenoyu istemeye istemeye bırakıp yavaşça başımı kaldırdığımda gördüğüm manzara karşısında gözlerim genişçe açılıyor. bahçeye uzanan toprak kapının önünde orta yaşlı bir adam dikiliyor ve görünüşe bakılırsa hayli sinirli. üzüm bağının sahibi olma ihtimali yüksek, elinde nar veya ceviz ağcından yapılma sopasıyla üzerimize doğru koşmaya başladığında aniden ayaklanıp bağırıyorum.
'siktir, jeno çabuk gömleğini al ve atla.'alelacele biraz uzağa bıraktığım bisikletime seyirtip jenonun önünde duraksıyorum, o ise telaşla arkama binerken elindeki kumaş parçasını sıkı sıkı tutup belime sarılıyor.
'sür sür sür!'anın getirdiği heyecan ve korkuyla pedallara asılıp daha önce hiç yapmadığım kadar hızlı ilerlemeye başlıyorum. adam, yanından geçip bahçe kapısından çıkmaya çalıştığımız esnada esnek sopasını üzerimize savursa da ikimiz de ucuz kurtuluyoruz. köşeyi dönüp tanıdık kasaba yoluna ilerlerken kendimi tutamayarak kahkaha atıyorum. jenonun durumu da benden farksız, sırtıma yasladığı bedeni heyecandan titrerken çılgınlarca gülüyor. daha önce onu hiç böylesine mutlu görmemiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
notes to the author me - jaeno
Romancegözleri duygu yüklü bir şekilde gökyüzünde gezinince kendimi yine, yeniden neden bu kadar dertli göründüğü hakkında kafa yorarken buluyorum. sonra aniden 'kural bir,' diye başlıyor jeno. 'kendine uğruna yazabileceğin bir şey bulmalısın.'