insanın kendini bilmesi önemlidir. mesela bazı kıyafetler için iki cihan bir araya gelse de bunu giymem diye düşünmek, bir oğlan gördüğünüzde onunla asla yatmam diyebilmek ve bazı eylemleri 'yasaklı davranışlar' listenize ekleyebilmek önemlidir.
ne, yoksa daha önce 'yasaklı davranışlar listesini' hiç duymamış mıydınız?
yazılı kurallardan oluşmadığı için küçük görmeyin sakın, hafife alınmayacak derecede etkili bir liste...
insanı kendi etiklerine uygun şekilde yaşamaya teşvik ediyor ya da ayağına prangayı vuruyor, meseleye nereden baktığınıza göre değişir.
elbette herkes gibi benim de bir yasaklı davranışlar listem var ve bilin bakalım ilk maddesi ne?
doğru tahmin ettiniz, lee jenonun babasıyla aynı mekanda bulunmaktan kaçınmak.size tüm bunları anlattığıma göre nerede olduğumu çoktan tahmin ediyorsunuzdur ancak yine de söyleyeyim, lee'lerin kapısının önündeyim. jeno üç gündür hiçbir buluşmamıza gelmiyor ve ben gidip iyi mi diye kontrol etmem gerektiğini hissediyorum çünkü haberim dahi yokken zarar görmesine dayanamam.
bir yanım arkama dahi bakmadan kaçmamı söylerken bir yanım da çal kapıyı gitsin diyor, en kötü ne olabilir ki?
korkunç olan şu ki çoğu durumda bu sorunun cevabı yoktur, benimkindeyse var. inanın bana aklıma doluşup geceleri uykularımı kaçıran yüzlerce cevap var.titrek elimi kapıya hafifçe vurup öksürerek boğazımı temizliyorum, bu benim bütün hayatım boyunca yaptığım en çılgınca şey olabilir. bir o yana bir bu yana sallanarak geçirdiğim beş dakikanın ardından bay lee kapıda görünüyor. tel sineklik yüzünden ayyaş suratı tam olarak seçilmese de belli ki yine canı sıkkın. kapının önünde olmamı hiç umursamadan dışarı doğru açılan sinekliği yumruğuyla itekliyor. yavaşça geri çekilip sevimli görünmeye çalışarak selamlıyorum, 'merhaba bay lee, ben jaemin. jeno birkaç gündür ortalıkta görünmüyordu da iyi mi diye merak etmiştim.'
itici adam, tek kolunu kapı pervazına yaslayıp yüzüme eğildiğinde suratıma arkasından yükselerek evin içinden gelen sıcak hava ve nefesinin ağır alkol kokusu çarpıyor. dudağının kenarıyla pis pis sırıtırken soruyor, 'ne yapacaksın jenoyu?'
omuz silkip tekrarlıyorum, 'ben onun arkadaşıyım, iyi mi diye merak etmiştim.'
buna karşılık yalnızca yüzümü süzüp burnunu çekiyor, korkudan ve yüksek adrenalinden terlemeye başladığımdan ensemden süzülen damlayı hissedebiliyor, onu silmek için dayanılmaz bir istek duyuyorum ancak kıpırdayamam. diken üstünde hissediyorum. bay lee ise başını herşeyi yeni yeni anlıyormuşcasına manalı bir şekilde sallayıp 'o piç hasta.'diyor. 'içeride yatıyor.'
huh, her zamanki gibi yılın babası konuşuyor...
'bu sıcakta mı?' elimde olmadan sesim beklediğimden daha samimi çıkarken aniden susuyorum. küstahlık ettim, oysa aptal adamı kızdırmak istediğim son şey dahi değildi. özür dilmeye çalışır gibi dizlerimi kırarak eğiliyor, yerleri izlerken mırıldanıyorum. 'rica etsem içeri girip onu kontrol edebilir miyim? jeno için endişeleniyorum da.'
'huh, bir düşüneyim.' bay lee gerçekten de düşünüyormuş gibi elini çenesine yasladığında bir anlığına beni içeri alabileceğine ikna oluyorum ancak o yalnızca boktan kahkahasıyla cümlesini tamamlıyor. 'hayır, içeri giremezsin. hoşçakal velet.'
sinekliği yüzüme kapamaya hazırlandığı esnada kapıya yaklaşıyorum. konuşma seansı buraya kadarmış, yalvarma kısmına geçiyoruz. 'lütfen bay lee, sadece beş dakika yüzünü görmeme izin verin. çok endişeleniyorum.'
'bil bakalım kimin umrumda değil.'
tam da önünde durduğum için kapanmayan sinekliği kendisine doğru çekiştirmeye başlıyor. a ve b planım boşa çıktığı için c planına yani zor kullanarak istediğimi elde etmeye karar vererek ben de kapıyı tutuyorum. onu herhangi bir saçmalıkla tehdit esip içeriye sızmayı deneyeceğim anda hiç olmaması gereken bir şey görüyorum.
ahmak adamın elinde, eklemlerinin üzerindeki kan lekesini.
daha da kötüsü biraz incelemeye başladığımda aynı izlerin pislikten sararmış sıfırkollusunda da yer aldığını görüyorum. bileğini elimden geldiği kadar sıkıca kavrayıp dişlerimi sıkarak soruyorum, 'ona ne yaptın?'
'defol şuradan seni pislik, hasta olduğunu söyledim ya.'
bileğini kapının pervazına çarpıp bu sefer sesimi yükseltiyorum, 'sana jenoya ne yaptın dedim, bu onun kanı mı?'
bu sefer inkar etmek yerine baş kaldırmayı seçiyor ve bileğini kurtararak tıpkı benim yaptığım gibi bağırıyor. 'eeh yeter, kendi oğluma ne yaptığımın hesabını mı vereceğim bir de!'
öfkeyle vücudunu itekleyip savaş yerini andıran eve dalıyorum. karşıma üst üste dizilmiş eşyalarla dolu bir oturma odası çıktığında bir cevap duyma umuduyla sesleniyorum, 'jeno?'
hiçbir şey, hiçbir şey duyulmuyor.
oturma odasını geçip karşıma çıkan ilk odaya daldığımda bay lee denen pisliğin arkamdan küfrettiğini duyabiliyorum ancak umrumda değil. sinir zorlayıcı bir şekilde jeno orada da yok. böylece pislik dolu oturma odasına uzanan koridora sapıp karşıma çıkan diğer odaya giriyorum.
tam da korktuğum gibi jeno orada, yerde uzanıyor. kollarını bacaklarına sarıp cenin pozisyonu almış, çevresindeki kan gölünün içinde gözleri kapalı halde yatarken öyle savunmasız görünüyor ki bir yerlerden kuvvet alabilmek için yanı başımdaki duvara tutunuyorum.
'j-jeno?'
ben kekelemem, sadece bunu bilin yeter.
bekliyorum ancak ses gelmiyor bu yüzden yere eğilip titreyen ellerimle sevdiğim çocuğun nabzını kontrol ediyorum. boynundaki damara elimi yaslayıp bir bok anlamadığımda bu sefer de elimi dudaklarının önüne yaslıyorum. avuç içime çarpan sıcak nefeslerini hissedebilmek öyle rahatlatıcı ki aniden mutluluk gözyaşları dökmeye başlıyorum.
canı yanmış olsa da hâlâ hayatta. her problem çözülebilir, yeter ki hayatta olsun.
jenonun koluna girip kuvvetsiz bedenini ayağa kaldırmaya çalışıyorum. bu esnada terden sırtım sırılsıklam oluyor ancak umrumda dahi değil. tek istediğim jenoyu buradan çıkartmak sonrasında annemi arayarak gelip bizi almasını dahi söyleyebilirim.
minik adımlarla kapıya vardığımda oturma odasının yanından geçmek, bu yüzden de bay leeyi görmek zorunda kalıyorum. belki karşıma geçip oğlunu götüremeyeceğimi söyler sanmış olabilirsiniz ancak yanılıyorsunuz. bay lee koltuğuna uzanmış, kumandası ve içki şişesi de elinde olduğu halde gülümseyerek saçma bir komedi şovu izliyor. bunu sürekli yapar, jenoyu öyle umursamıyor ki acı çekmesi, yaralanması, geceyi başka bir evde geçirmesi hatta çekip gitmesi dahi onu endişelendirmiyor.
boşverin gitsin, böylesi daha iyi.
jenle beraber bahçeye adım attığımızda mutluluk gözyaşlarım yanağımda kuruyor, bir süre öylece durup ne yapacağımı düşünüyorum. onu eve götürmeyeceğime, dışarıda da hiç hiç bırakamayacağıma göre en iyi seçenek bizim eve götürüp iyileşene dek benimle kalmasını sağlamakmış gibi geliyor.
telefonumu çıkartıp anneme gelip bizi almasını söyleyeceğim esnada, jenonun yarı bilinçli ve yarı bilinçsiz söylediği cümleyi duyuyorum.
'jaemin, gitme.' diyor bana.
dolu gözlerle başımı sallıyorum,
'gitmeyeceğim, ne olursa olsun hep yanında olacağım.'eh yalan değil, bir kez söyledim ona.
zaten istesem de gidemem, bana 'gitme' dedikten sonra olmaz.
*****
ŞİMDİ OKUDUĞUN
notes to the author me - jaeno
Romancegözleri duygu yüklü bir şekilde gökyüzünde gezinince kendimi yine, yeniden neden bu kadar dertli göründüğü hakkında kafa yorarken buluyorum. sonra aniden 'kural bir,' diye başlıyor jeno. 'kendine uğruna yazabileceğin bir şey bulmalısın.'