The Hoosiers - Up To No Good
'Kendimi kaybettiğim bu yer, kendini kaybetmiş gibi.'
Düşüncelerimin içinde kaybolduğumu beni öldürdükleri zaman anlayabilmiştim. Ancak biliyordum ki düşünmeyi durduramazdım, bu benim için imkânsız kelimesinin sözlük anlamıydı. Düşünmek, çok fazla düşünmek beni öldürse dahi bundan vazgeçemeyecek kadar toy bir çocuktum. Çocuktum diyorum, nefretlerimin en başlarında bulunan bu kavramı ne kadar benimsemesem de gerçekler bazen sıkı bir yumrukcasına suratıma iniyordu. Çocuk yakıştırmasına beslemiş olduğum bu kuytu kinlerim peşimi bırakmıyor gibiydi. Zira çekindiğim, gerek kaçtığım gerekse kaybolduğum bu çocukluğun kapısını hep çalar biraz uğrardım. Yine de bilirdim, çocuk olmaktan korkardım.
Evdeydim şimdi.
Onun evinde, onun soğuk ancak rahat hissettiren yumuşak koltuğunda oturuyordum. Önümdeki masada benim için yaptığı -bu sonbahar günü de olsa sıcak şeyler sevmediğim için mi yoksa tesadüfen mi yapıvermişti bir beyanda bulanamıyordum- soğuk bir kahve varken tam karşıma geçmiş olan Bay Kim yayıldığı koltuğunda sıcak kahvesini yudumluyordu. Kesinlikle tesadüfendi...
Dizlerimi titretip duruyordum son beş dakikadır yaptığım gibi. Dudağımdaki açık yara kurumaya yüz tutmuşken o sert vuruşun hissiyatını hâlâ iliklerimde hissettiğim yanağımdaki kızarıklık da geçti sayılırdı. Ancak geçmeyen şeylerin ne olduğunu. çok iyi biliyordum, öğrenmiştim zorda olsa.
"Seni dinliyorum." demişti en son, bir kez daha. Bu cümlenin üzerinden ise yarım saate yakın bir vakit geçmişti çoktan. Bu anı otuz dakika geride bırakıyorduk artık. Ben ise o dakikalar boyunca ne konuşabiliyor ne de bir tavır sergiliyebiliyordum. Beni öyle zayıf gördüğünden bu yana, ne dersem diyeyim karşısında küçücük kalacak gibi hissediyorum. Şimdi ise o, koltuğuna rahatça oturmuş ve köşeye sıkışmış bedenimi rahatça izleyebilir vaziyette idi. Sesi her zaman olduğu gibi tonsuz bir biçimdeydi. Amacı yalnızca sorduğu sualin cevabını almak kadardı, fazlası yoktu nitekim. Bu nedenleydi ya, beni otuz dakika boyunca beklemişti. Rahatlamam ve konuşmam için beklemiş, bana zaman tanırken de içecekleri önümüze koyuvermişti işte.
Omuzlarımı kaldırıp indiriyorum bıkkınlıkla. "Anlatacak bir şey yok." diyorum kısık çıkan sesimi ona duyurabildiğim kadar. Otuz dakikanın sonunda konuşabilmiştim, bu biraz rahatlamamı sağlasa bile ilk söylediğim cümle pek de iç açıcı değildi. Onca dakika boyunca düşündükten sonra yalnızca bunu diyebilmek biraz aptalca görünebilirdi, umrumda dahi olmuyordu. Ancak anlatacak bir şey yok diyordum, yanıldığımı iliklerimde hissediyordum. Anlatacak çok şey vardı, bu yaşıma kadar biriktirdiklerim vardı. Önemli olan anlatmak değildi diye düşünüyorum o an bir kez daha. Anlayacak birisi olmadığı sürece, ne anlatırsam anlatayım anlaşılmayacak olmanın verdiği o boşluk hissi tarif edilemezdi. Boşluk diyordum, ucu bucağı olmayan bir boşluk, ancak yine de hiçbir şekilde tarif edilemiyordu. Ve yirmi yıllık hayatım boyunca beni anlayacak kimsem olmuyordu.
Onun derin bir nefes alıp verdiğini işitiyordum. Akabinde döşeme tasarımını ezberleyen baygın bakışlarım onu buluyordu usulca. Koltukta biraz kayıp hafifçe öne doğru eğilmişti, duygu aradığım ancak bulamadığım o ateş acısı gözleri tam gözlerime denkti. Bu yüzden göz teması kurmakta bir hayli zorlanıyordum. Gözlerim titrer hâldeydi.
"Okulda olanlardan başlayalım istersen." dediğinde, yutkunuyordum derince. Biraz gülmek istedim belki. Ancak ne ortam ne de içinde bulunduğum durum buna elverişli idi. Söylediği kelimeler havada asılı kalıyordu. Şimdi o bana, ben ise elime almış olduğum kupaya bakmaktaydım. Şayet ona bakarsam, konuşamayacak gibi hissediyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
scary love
FanfictionBenim kalıbım, normal olmamakla birlikte süregelen bir tuhaflığın başkaldırısıydı. ∆ •Daddy Issues •Yaş farkı içerir. •Öğretmen × öğrenci