Bu, yasak bir aşkın hikâyesidir. Biraz acıklı günlerden geçiyorum. Hep böyle yaşayınca alışıyor insan. Sen de zamanla alışırsın. Bundan tam üç sene önce dostluk aşkı yaşadığım biri vardı. Altı ay boyunca bunu yaşadım. Ayrıca sana şunu bilgilendirmek isterim ki o da "Aşk, sadece bir kız ile erkek arasında geçen o romantik duygu değildir. O kişiyi canından çok (dostum gibi) sevmeye de aşk denir"
Bu dostluk aşkını yaşadığım kişi meğer duygusuz, bana olan güvenini tastamam yitirmiş, benim değil de "Dostum, canım kardeşim" dediği insan müsveddelerinin sözüne inanan bir kişilik olarak benimle olan arkadaşlık bağını tam anlamıyla kopardı.
Bu ihaneti halen unutamadım aradan aylar geçmesine karşın hem de. Herkes bana düşman oldu, sırtını döndü. Sırf onunla bağım koptu diye. Adını merak ediyorsun değil mi? Boşver be! Adı lazım değil. Ona kafadan bir ad düşündüm.
Adını "Yasin" diye bil yeter. Adı güzel ama kendisi duygusuz, kalbi çirkin bir kişiliktir. Ama her Yasin bir değildir. Yani dünyada bir tane Yasin yok. O yüzden her ismi Yasin olan üzerine alınmasın lütfen.
Hani derler ya "Kartal kalkar dal sarkar, çok seversen g*tü kalkar" yani ben çok sevdim g*tü kalktı işte. Ne diyebilirim ki başka? Boş vereyim boş olsun. Bir Türk sineması izlemiştim. Adı "Salako" idi. Orada "Perşembe perişanlıktır" repliğini izledim ama bir kahkaha attım görmeliydiniz.
Neden bunu anlattım, bilmiyorum ama bana sadece perşembe günü lazım. Çünkü bu bahsettiğim perşembe günü, aklıma çok sevdiğim bir büyüğüm saygıdeğer Sefa Hoca ile nasıl tanıştığımı getirdi. Sefa Hoca, kıvırcık saçlı, gözlüklü, popüler bir kişiliktir. Popüler olmasının sebebi, okulumuz tarafından çok sevilmesidir. Özünde çok mükemmel biridir yani. Bunun dışında bir de Sefer Hoca vardır. Sefer Hoca ise, okulun en disiplinsidir. Bir düşünün "Oğlum" dedi mi, tüm sınıfı susturabilir.
Geçen sene onunla resmen papaz oldum. Törende beni rezil ettiğini düşündüm. Sinirden ağlamaya başladım. İlk derse girdik ve hemen arkasından kapı çaldı. Elinde yeşil bir kâğıtla bir nöbetçi geldi. Dersimize giren hocaya "Hocam, Yunus Emre burada mı? Sefa Hoca çağırıyor" dedi. Kendi kendime "N'oluyoruz?" düşüncesine kapıldım. Bu arada benim kulaklarım bazen ağır işitebilir.
Dolayısıyla Sefer ve Sefa isimlerini karıştırmıştım o gün. Merdivenlerden yukarı çıkarken nöbetçiye "Bu Sefer Hoca neden beni çağırdı? Kötü bir şey mi yaptım yoksa?" diye sordum. Nöbetçi "Bilmiyorum ki. Kim bilir ne yapmışsın? Ama korkulacak bir şey yok" dedi. Tabi ben o zaman gerçekten Sefa Hoca'nın katına çıkacağımı bilmiyordum. Çünkü Sefer Hoca'ya gönderilip bir sürü fırça yiyeceğim korkusuyla baş başa kaldım.
Lakin durum korktuğum gibi olmadı nihayetinde. Öyle şaşırdım ki, Sefer Hoca'nın Müdür Yardımcısı olduğunu, Sefa Hoca'nın ise Rehber Öğretmen (Psikolojik Danışman) olduğunu bilmiyordum. Beni tanışma vasıtasıyla çağırdığını da. Birbirimizle tanıştık. Başlangıçta çekinmiştim ondan. Sonra yavaş yavaş kanım ısınmaya başladı. Ben "Perşembe perişanlıktır" demiştim ya, bana göre değilmiş hâlbuki. Aksine bana perşembe mucize geldi. Zaten Sefa Hoca ile perşembe günü tanıştım, tarihini tam olarak bilmiyorum.
En azından onların içinden perşembe günü aklımda kaldı. Bu da bir başarıdır yani. Nerede benim ödülüm? Tamam, çok espri yaptım yeter bence. Sefa Hoca'yı daha fazla anlatmak isterdim ama kelimeler kifayetsiz kalır. Öyle ki düşünün, yani Yasin denen o pezevenk, bir Sefa Hoca kadar olamadı. Bahsettiğim gibi ben onu çok sevdiğimden kaybettim. Keşke sevmeseydim diye düşünüyorum. Çünkü ben çok yanlış bir insana değer verdim. Hatta "Ona insan demek insana hakaret gibi geliyor" diyebilirim. Ama Sefa Hoca öyle mi? Öğretmenden ziyade en iyi arkadaşım gibi davranıyor bana. Bununla da yetinmedi, sınıfı geçmem için tavsiyeler bile verdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rüya Fotoğrafçısı
Non-FictionHikayede söz edilen şey, yazarın kendi başından geçen dramatik ve trajikomik olaylar söz konusudur