Bölüm 4: Kimleri Affetmeliyiz?

22 2 0
                                    

10. sınıf hayatım bitti. Sınıfı geçtim ve 11. sınıf öğrencisi oldum, çok mutlu oldum. Ama "Keşke 11. sınıf hayatıma giren bazı sınıf arkadaşlarım bana 10. ve 9. sınıfta olduğu gibi kötü muameleler yapmasa" diye sabah akşam düşünmüyor değilim. Hepsi beni ezip geçiyor, iyi niyetimi suistimal ediyor ve en önemlisi çocukça hareketler yapıyorlar, yanlış anlaşılıyorum. Bunu sana yaşadığım iki tane berbat ve yanlış anlaşılmalı hikâyemi anlatmak isterim.

Bir gün okulun ilk haftası dersin boş olmasını fırsat bilen sınıftan bir grup arkadaşım, kendi aralarında oyun oynuyorlardı. Eğlenceli diye düşündüğüm oyunu oynayan o grubun yanına gittim. Bak "Eğlenceli diye düşündüğüm" diyorum çünkü oynadıkları oyun aslında hiç eğlenceli gibi görünmüyordu. Aksine oyunda şiddetten başka bir halt yoktu. Ben yine de büyüklük gösterip onlara sadece "Merhaba arkadaşlar. Ne oynuyorsunuz?" diye sordum. O gruptan bir arkadaşım bana "Para atmaca oynuyoruz" dedi. Ben de "Bu oyunun amacı ne?" diye sorunca yine aynı arkadaşım "Parayı düşüren tokat yer. Sen de oynayacak mısın?" dedi ve ben biraz şüphelendim bu tarz kurduğu cümleden. Ben "Hayır almayayım. Ben sizi izlesem yeter" dedim.

Aradan 1-2 dakika bile geçmeden yine aynı arkadaşım, oynamam için ısrar etti. Ben her ne kadar "Hayır" desem de hep beni yanlış anladı ve bu sefer "Bebek gibi ağlıyor. Bu da oynasın" dedi ve hem üzüldüm hem de çok kızdım. "Bebek gibi" lafına değil ama "Bu da oynasın" lafına çok sinirlendim. Çünkü hiç kimse bana hayatım boyunca "Bu, şu, o" diye hitap etmedi. Grubu terk ettim ve sırama geri döndüm. Oysa benim o arkadaşım ile hiçbir şahsi problemim yoktu ki. Halen de yok. Ama nedense o arkadaşım bana cephe almıştı ve benimle kendine bir şahsi problem edinmişti. Halen de ediyor mu, orasını Allah bilir.

Ben o arkadaşımın sadece bana olan arkadaşlık ilgisini (bana da yer varsa) istiyordum. Dış görünüşünü analiz ettiğimde onu duygusal, sakin, içe kapanık, kendi halinde, cana yakın olarak hayal etmiştim. Ancak o muameleyi gördüğüm zaman hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını ve bir kitabı kapağıyla yargılamamam gerektiğini öğrenmiştim. Yani 11. sınıfın bana yaptıkları muamelenin üç katını 9. sınıfta yaşadım. 9. sınıftakiler bile benim o kadar dertli olduğumu bile bile "Sıkıntılarını benimle de paylaşır mısın?" demek yerine, "Timsah gözyaşı" lakabı takmalarına rağmen böyle bir muameleyi kimseyle yaşamadım, kimse de kimseden görmedi.

Sırama geçtim ve sinirden oturup ağladım. Bir grup kız, bana "N'oldu sana?" diye sorduklarında ben "Boş verin!" dedim. Akabinde olan biten her şeyi anlattım. Arkalarından konuştuğumu düşünen o grup, bana bağıra çağıra hakaretler etmeye başladı. Ben de o anlık sinirimi "Adımla da hitap edebilirdiniz. O, bu diye hitap etmek ne demek?" diye deliler gibi bağırarak boşalttım onlara. Ama bunu yaparken fazla abartmıyor muyum diye düşünüyorum. Yoksa ben hiç bilerek yapar mıyım? İster miyim bir arkadaşımın kalbinin kırılmasını? İstemem tabi. Ama onlar da haklı değildi kısasa kısas yapmakta. Çünkü geçmişte (çocukluğumda) onca kötü anım oldu ve bunu bilmiyorlardı. Ki şayet bilselerdi ne halde olduğumu anlarlardı. Şu saatten sonra da anlayacaklarını zannetmiyorum zaten. Bilip bilmemeleri de önemli değil artık.

Allah korusun, ben ölünce değerimi anlarlar ya, onlar da bunu istiyor zaten. Şimdi diyeceksin ki "Bilmek zorundalar mı?" evet kardeşim. Zorundalar. Çünkü nedense hep insanları farkında olmadan kırıyorum, samimi ve dürüstçe söylüyorum cidden. Onlar da buna bir zahmet alışsalar iyi olurdu zaten. Şöyle düşün:

Diyelim ki bakkaldan bir balon aldın, yani henüz şişirilmemiş (bilinen bir şey zaten), evinde de iki tane bir litre su şişesi büyüklüğünde veya ondan biraz daha küçük ebatlarda oksijen tüpü var. Biri "X" markalı, diğeri "Y" markalı olsun. Balonu ilk önce "X" tüpü ile şişir. Aynı balonu ama önceki havayı dışarı salmadan bu sefer "Y" tüpü ile doldur. Şaka yapıyorum tabi ki. Sakın öyle bir şey yapma! Çünkü balon zaten yeterince şişti. İkinci tüp ile aynı balona devam edersen o balon patlar. Bu uyarım senin epey dikkatini çekti değil mi? Neden böyle bir uyarıda bulunduğumu sen daha iyi biliyorsun. Bilmiyor musun? O zaman anlatayım: bir yandan çok sevdiğin birini kaybettin ve onun şokunu hala üstünden atamadın, diğer yandan ise, okul arkadaşlarının seninle durduk yere dalga geçmesiyle, seni eziklemesiyle, çok istediğin bir şeyi "Yapamazsın" demesiyle cezalandırılıyorsun. Soruyorum sana: iki yükü de aynı anda kaldırabilir misin? Cevap vereyim, kaldıramazsın! Çünkü her insanın belirli bir sabrı, bir dayanma gücü vardır. Hele ben haksızlığa hiç gelemem!

Ortaokuldan bugüne kadar pek çok hakkım kısıtlandı, hatta hakkım yendi. Ama ben artık o eski ben değilim. 11. sınıfa geçtim, yine de haksızlığa susmuyorum, susmam da. Zaten önceden haksızlıklara sustuğum için kendimi kabahatli hissediyorum. Ama artık çok farklı şeyler olacak. Dokuz köyden kovulacağımı bilsem bile, ne kendimin, ne de başkalarının haksızlıklarda kaybolmasına seyirci kalamam. Hani bir söz vardır ya "Açtığınız yaradan bir gün hesap soracak yaradan" diye, o yüzden canı yakan canının yanacağı günü beklesin. Çünkü kimse yaşattığını yaşamadan ölmez. Bunun dışında herkesin sorun ettiği bir konuya değinmek isterim. Dış görünüş. Evet. Liseye başladığımdan bugüne kadar herkes iç görünüş düşmanı olmuştur. İnsanların iç görünüşünden ziyade dış görünüşüyle ilgilenenlerin sayısı milyonları geçerken, iç görünüşe bakan insan sayısı yok denecek kadar az. Şu an okuduğum 11. sınıfta da durum aynı maalesef. Neden ben sınıfta "O, bu, şu" diye anıldım sanıyorsunuz? Şahsen ben onların gözünde yakışıklı olsam hiçbir Allah'ın kulu bana bu şekilde hitap etmezdi. Onların anlayış tarzının böyle olduğuna inanmaya başladım.

Bir şarkı sözünde "Kadere inanırım, olacak, olacak" dediği gibi bende buna inanırım, olacak, olacak. O arkadaş, şu saatten sonra varlığına küfür, yokluğuna şükrettiğim insan oldu. Sahi o insan mıydı? Her neyse boş ver. Bunları söyledim çünkü o bunu hak etti. Kitabımı onun gibi biriyle bitirmek istemiyorum. Adını merak ediyorsun, değil mi? Boş ver be! N'apacaksın? Gidip Facebook'ta mı ekleyeceksin? Instagram'ını mı takip edeceksin? Benim için ona sövecek misin? Onun için boş ver. Adı lazım değil. Mazide kalanları isim vererek rezil ettiğim gibi, onu da rezil etmek istemem. Korkumdan değil ha! İnsan olduğum için. Büyüklük gösterip rezil etmiyorum bak. Şimdi diyeceksin ki "Niye öncekileri isim vererek rezil ettin?" çünkü canımı en çok yakanların isimlerini veririm. Ama o arkadaş, diğerlerine göre daha az acıtıyor canımı. En iyisi mi, büyüklük bende kalsın. Merhametli ve ön yargısız insanlar iç karaktere bakarlar. Seni uyarıyorum! Bir zahmet sen de öyle yap. Kimi insanlar vardır, en güvendiği dostunun yalanına inanıp karşısındaki masum insanın hayatını karartıyor.

Size bununla ilgili bir hikâyemi anlatmak isterim: 10. sınıfta başladı. Sınıftan bir grup arkadaş beni yeni gelen bir arkadaş ile tanıştırmak istedi. Bu yeni arkadaşın adı Fatih. Tanıştık ve iki ay boyunca dost kaldık. Kanka olduk, birbirimize resmen "Öz kardeş" dedik. Resmen yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. Ta ki ben iftiraya kurban gidene kadar. İki ay sonra Fatih'in en güvendiği dostlarından biri geldi yanıma. Kendisi af edersiniz şerefsizin önde gideni. Yanıma geldi ve "Sevgilin var mı Yunus?" diye soru sordu. Ben de ona şaşkın bir bakışla "Hayır" diyerek cevap verdim. Bana bu sefer de "Erkek sevgilin de mi yok?" diye bir soru daha sorunca ben de artık sinir noktasına geldim ve "Ne diyorsun sen oğlum? Herkes yanlış anlayacak" dedim. İkinci sorusu olan "Peki, Fatih'in senin sevgilin olmasını ister miydin?" sorusuna "NE?" diyerek tepki gösterdiğimde bile terbiyemi bozmadım. Ancak öyle bir soru daha sordu ki, birden kan beynime sıçradı. Sorduğu soru "Anlamadın galiba. Fatih'ten hoşlanıyor musun?" şeklindeydi ve ben artık sinirimi kontrol edemeyerek "Ne diyorsun lan sen? Ne hoşlanması?" dedim. Benden doğal olarak sakin olmamı söyleyen aynı arkadaşa bir daha dönüp "Beni dinle! Beni sen daha tanıyamamışsın. Ben senin bahsettiğin şekilde bir birey olsam bile Fatih'i sadece arkadaşım olarak görürüm. Bir daha da benimle bu şekilde salak salak konuşma! Konu kapanmıştır" dedim sinirli bakışlarla. O da "Tamam kanka görüşürüz" diyebildi anca ve sınıftan çıktı.

Lakin bu Fatih'in arkadaşı denen bu gerizekalı, aptal, beyinsiz insan müsveddesi, benimle ilgili Fatih'e yanlış bilgiler verdi. Nereden anladım? Cep telefonuma gelen "Fatih T. sizi takipten çıkardı" mesajından. Ben öyle sinirlendim ki, sonunda amacına ulaştı ve beni, arkadaşım Fatih'ten ayırmayı başardı. Geldik zurnanın "Zurt" dediği yere. Sence burada kimi affetmeliyim? Beni yok sayanı mı, yoksa yanlışını elbet anlayacak olan Fatih'i mi? Söylüyorum, Fatih'i tabi ki. Çünkü ilk dönemin sonlarına doğru bizi Fatih ile barıştırmak istediler. Tabi Fatih de yanlışını anladı. Sonuç itibariyle barıştık. Peki ya diğeri?

Karne günü onunla da barıştırmak istediler. Ben "Affettim" diyebildim sadece. Ama kalbim çok kararsız. Bu yüzden onu affetmeli miyim, affetmemeli miyim diye düşünmemek için ayriyeten kendime affetmeme düğmesi oluşturdum beynimde. Oluşturdum ki, ilerde bana yanlış yaptığında o düğmeye basabileyim. Yani bu da demek oluyor ki ikinci bir şans verdim. Fatih'i affetmemin sebebi, en ufak hatasında onu silmedim. Ben "Belki yanlışını anlar" düşüncesiyle hareket ettim hep. Sen de insanları en ufak hatasında kalbinde def etme. Tabi kırmızı çizgini aşmadığı sürece sorun yok. Ama kırmızı çizgini aşarsa onu sil gitsin o ayrı. Her neyse çok boş yaptım. Diyeceklerim bu kadar.

4. BÖLÜM SONU

Rüya FotoğrafçısıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin