Yürüdüğünüz yolun tek bir sonu olduğu anladığında ne yapardınız? Size söylenen her şeyin yalan, öğretilen her şeyin sahte, yolun sonunun ise dikenlerle dolu olduğunu anladığınızda?
Korumaya çalıştığınız her şeyin, bir avuç sahtekârdan ibaret olduğunu anladığınızda?
Yanınızdaki herkesin, kahraman maskesi giymiş güç sarhoşları olduğunu anladığınızda?
Söyledikleri her kelimenin zehir olduğunu fark ettiğinizde ne yapardınız?
Toplum çürümüştü; yozlaşmış, rahata alışmıştı. Duydukları güven onları kör etmiş, başlarındakileri koyun gibi takip etmeye zorlamıştı. Durup düşünmemişti kimse, kimse sorgulamamıştı.
Niye yapacaklardı ki hem? Herkes rolünü çok iyi oynuyordu sonuçta. Bu yüzden bu kadar uzun sürmemiş miydi Keigo'nun fark etmesi?
Şan, şöhret, itibar, hepsinden önemlisi güç. Herkes bunun peşindeydi, herkes bunun hayalini kuruyordu. Toplum ise yaslanacak bir sırt, tapacak bir put arıyordu. Eh, çift taraflı bir kazançtı bu.
Bu yolda heba gidenler peki? Bu dünyaya işe yarar bir özgünlükle doğmamışsan ne oluyordu? Ailen toplumun dışlanan kesimindeyse ne oluyordu? Beklentilerine uymayan bir çocuk, başarısız bir denemeysen ne oluyordu?
Ah, kimse onları umursamıyordu.
İki numaralı kahraman, bembeyaz hastane odasında uyandığında bunları düşünüyordu. Kendi ironisine gülmek istiyordu bazen.
Nefes almak zordu, konuşmak zordu, ağzını açsa ses çıkacağından bile emin değildi. Sırtı sızlıyor, içgüdüleri orada olmayan bir şeyi arıyordu, kanatlarını.
Zihninde bir ses, geçmeyen bir sızı vardı. Ona durmadan kanatlarını kullanmasını, tüylerini kontrol etmesini söylüyordu; hepsi mavi alevlere karışmış olsa bile. Hiç geçmeyecek bir baş ağrısı, alışamayacağı bir migren gibiydi.
Güçlükle kaldırdı elini, hâlâ orada olduğundan emin olmak istercesine boğazını yokladı. Sonra yavaşça yukarı kaydırdı parmaklarını, boynundan elmacık kemiklerine uzanan yara izinin pütürlü dokusunu hissetti. Gülümsedi aklına gelen cümleye. Sana bir hatıra bırakmak istedim. Bırakmıştı işte.
"Bu ne?" dedi gülüşünün arasından Hawks, elindeki süslü, küçük, kadife kutuya bakarken. "Bana evlenme teklifi mi ediyorsun sonunda?"
Ona arkadan sarılmış, kırmızı kanatların arasından kafasını çıkarmış olan suçlu konuştu. "O da bir gün belki," dedi gülerek, önlerindeki aynada göz teması kurdular. "Sana benden bir hatıra bırakmak istedim."
Yavaşça açtı kadife kutuyu sarışın, pahalı olduğu duruşundan belli olan kırmızı taşlı iki küpe karşıladı onu.
"Gerçek yakut," dedi Dabi, Hawks'ın kulağındaki eski küpeyi çıkartmak için doğrulurken. "Senin bu dandik siyah küpelerin gibi değil."
Şaşkınlığını hâlâ atamamışken konuştu sarışın. "İmkansız. Buna bu kadar para vermiş olamazsın."
"Vermedim zaten," dedi kırmızı küpeyi nazikçe taktıktan sonra. "Çaldım." dedi boynuna bir öpücük kondurarak.
Gülmesine engel olamadı Hawks. "Ne beklemiştim ki?"
"Ülkenin en çok aranan suçlularından biriyle uyuyorsun her gece, çalıntı küpe takmak sana koymaz artık diye düşündüm."
Aynadaki görüntüsünü inceledi beğeniyle, gerçekten yakışmıştı kanatlarının tonuna. "Çok haklı düşünmüşsün."
"Yarınki galada bunları tak," dedi Dabi, Hawks'ı aynanın önünden yatağa doğru çekerken. Dayanamayıp dudaklarına uzandığında sarışın ona memnuniyetle karşılık verdi. "Takacağım," dedi sonra. "Gözlerini üzerimde tuttuğundan emin ol."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OLD YELLOW BRICKS
Fanfic"Bu sefer yalan yok, bu sefer sır yok. Yakıp kül edelim bu toplumu, şehri." Gülümsedi siyahlı, avucundaki eli sıktı. "Alevleri, elin elimdeyken izleyeceğim öyleyse." veya, Hawks, savaşın sonunda kahramanlara olan tüm inancını kaybeder, kime gitmesi...