3 - zeytin ve şarkı

1K 134 32
                                    

Medya: aurora - stjernestøv

*

Sabah uyandığımda başımda felaket korkunç bir ağrı ve ağzımda iğrenç bir tat vardı. Fakat hemen ardından neden uyandığımı anlamıştım çünkü sol bacağıma giren kramp acısı beni iki büklüm etmişti. Çaresizce orayı ovmaya çalışırken bu kez de sırtım ve belim ağrıyordu. Daha fazla bir şey yapamadan kendimi yatağa saldım ve dişlerimi sıkarak acının dinmesini bekledim.

Her güne böyle uyanıyordum. Kelimenin tam anlamıyla her gün.

Ağrılarım biraz daha dindiği zaman yavaşça yatakta doğruldum ve çapaklanmış gözlerimi ovaladım. Güneş ışıkları pencereden içeri girmeye başlamıştı. Komodine uzanıp telefonu elime aldım ve şarjının bittiğini fark ettim. Yataktan kalkıp çantama doğru ilerledim ve şarj makinesini çıkarıp telefonu taktım. Ben lavabodayken haberlere bakacağım kadar şarjı olsa yeterdi. Ne de olsa otelden dışarı çıkacağımı düşünmüyordum.

Tuvalete girdiğimde de her zamanki gibi hayatımı sorgulamıştım. Fayanslar ve lavabonun renk seçimi gayet uyumluydu bu arada. Aynanın karşısına geçip yüzümü yıkarken de bu kez aklıma el sabunun kokusunun ne kadar güzel olduğu gelmişti. Yasemin gibi kokuyordu sanırım çünkü Seungmin'in parfümine benziyordu kokusu.

Suyu kapatıp birkaç saniye beyaz lavaboya baktım. Sonra gözlerim yavaşça aynadaki berbat benliğimi buldu. Göz altlarımı kapatıcıyla bile saklayamazdım. Gözlerim kıpkırmızıydı ve alnımdaki damar ben bu adamı baş ağrısından gebertiyorum der gibi belirginleşmişti.

Son birkaç haftadır o kadar iştahsızdım ki spor da yapmadığım için vücudum resmen erimeye başlamıştı. İnsanlar sağlıklı nir kiloda olduğumu düşünüyor olmalılardı. Fakat ben içten içe yok olduğumu hissedebiliyordum.

Gözlerim dolacak gibi olduğunda aynadaki paspal halime bakmaya bir son verdim ve banyodan çıktım.

*

Akşam üzeri otelin önündeki sokakta bir grup genç sokak müziği yapıyordu. Bir yandan açlıktan ölmemek için büfeden aldığım basit sandviçi kemiriyor, diğer yandan otelin kapısına yaslanmış şarkı söyleyip gitar çalan genç çocukları izliyordum. Lise çağında gibi görünüyorlardı. Gitarı çalan çocukla şarkıyı söyleyen kızın bazen bakışması ve gülümseyerek aynı yerleri söylemeleri gözümden kaçmamıştı. Bunlar ya sevgiliydi ya da flört. Belki de en güzeli, adı konulmamış fakat en derinden hissedilen o şeydi, sevgi.

Sandviç bittikten sonra bir süre daha onları izledim. Kızıl saçlarını iki yanından örüp çiçekli bir eşarp takan kız, eşarbın desenlerine tam zıttı bir şekilde siyah tüllü bir elbise giyiyordu. Ayağında basit beyaz spor ayakkabılar vardı. Gitarı çalan çocuksa kıza göre daha salaş duruyordu. Eskimiş bir ayakkabı ve kısa bir şort giyiyordu. Üzerinde de en sadesinden gri bir tişört vardı. Gitarı çalarken genellikle kıza bakıyor, kızın yüksek notalarında dişlerini göstererek gülüyordu. Ama kız gittikçe müziğin ahengine kapılmış, çevresindeki kimseyi umursamadan ve hiç zorlanmadan o güzel şarkıyı söylüyordu. Sahi, bu şarkının adı neydi acaba?

Şarkı bittikten sonra durup onları izleyen insanlar alkışlar eşliğinde tezahüratlar yapmaya ve bir daha söylemesi için yalvarmaya başladılar. Kız nazik ama zoraki olduğu belli olan bir gülümsemeyle teşekkür etti ve yeniden söylemeyi reddetti.

Gençler eşyalarını toplarlarken merakıma yenik düşüp yanlarına doğru gittim. Şarkının ne olduğunu deli gibi merak ediyordum. Uzaklardan bir ıslıkla tekrar eden bir melodinin çaresizce yönünü araması gibiydi şarkı ve ben bunun ne olduğunu acilen öğrenmeliydim.

"Çok güzel söyledin." dedim kıza, İngilizce bilip bilmediğinden emin olmasam da. Gitarını çantasına kaldıran çocuk göz ucuyla bana bakmış, ardından kızın onunla gitmeyeceğini anlayınca ona Yunanca olarak veda edip gitmişti.

"Teşekkürler." dedi kız, aynı benim gibi İngilizce konuşarak. Giden çocuğun arkasından kısa bir süre baktı. "Bazı yerlerde yanlış akorlara bastı ve onu uyarmak için bilerek ona baktım ama sanırım anlamadı." Kelime seçimleri yer yer Amerikan, yer yer de İngiliz aksanıydı ve bu çok garipti. Ana dilinin İngilizce olmadığı kesindi.

"Şarkının adını öğrenebilir miyim? Daha önce duyduğumu sanmıyorum."

Kız güneşten dolayı gözlerini kısıp bana baktı. Sıcak havanın da etkisiyle yüzü kızarmıştı. "Adı yok ki." dedi.

Şaşırdım. "Nasıl yok? Anonim bir şey mi?"

"Hayır!" Kız telaşla güldü ve çantasını omzuna çekip gülümsedi. "Daha dün yazdım ve bugün de denedim. Henüz tam değil. Adı bile yok. Bitmemiş bir şarkının demosuydu yani."

Ne yani? Bu kız da mı benim gibi prodüktördü? "Yanlış mı anladım? Bu senin şarkın mı?"

"Bir zamanlar öyleydi." derken yokuş aşağı yavaş yavaş yürümeye başladı kız. Ben de adım adım onu takip ediyordum ve o bundan pek şikayetçi görünmüyor, aksine yanıma geçip öyle yürüyordu. "Onu az önce herkesin önünde söyledim. O artık benim şarkım değil. Çünkü herkes duydu."

"Herkesin duyması onu senin şarkın olmaktan çıkarmaz ki."

"Eğer bu işten para kazanıyor olsaydım, evet."

İşte bu biraz garipti. Kendi yazıp bestelediği şarkıyı kendisinin olarak görmüyor, üstelik bir isim bile koymuyordu. "Alınma ama bu düşüncen bana saçma geldi."

"Anlıyorum. Herkes öyle diyor. Ama umursamıyorum."

Tuhaftı. Ondan tuhaf bir enerji alıyordum. Belki de bu yabancı ülkedeki belirsiz ziyaretimde ilk arkadaşımı bulmuş olabilirdim. "Bu arada, ben Chan. Senin adın ne?"

"Ne fark eder?"

"Sanırım yabancı olduğum için benimle tanışmak istemiyorsun. Seni anlarım."

"Ben de yabancıyım ki. Sana Yunan olduğumu düşündüren ne?"

"Öyleyse adını söylemeye ne dersin? Seni rahat hissettirmesi için söylüyorum, sana ne diye hitap etmeliyim?"

Yürürken durdu ve ellerini gözlerine siper edip bana bakmaya başladı. "Zeytin de."

"Pardon?"

"Bana zeytin diye hitap edebilirsin."

Gözlerimi gözlerine sabitledim ve ne derece ciddi olduğunu ölçtüm. Çantasını tek omzuna sabitlemiş, tek eliyle gözlerini güneşe karşı koruyor ve tüm ciddiyetiyle karşımda duruyordu. "Adın zeytin değil, değil mi?"

"Sen zeytin de işte."

Omuzlarımı silkip bakışlarımı ayaklarıma çevirdim. Sonra yeniden ona döndüm. "Pekala, zeytin. Bu bir süre garip hissettirecek. Arkadaşım olur musun? Yunanistan'da kimseyi tanımıyorum."

"Bu iyi olur." derken hemen arkasındaki otel kapısına doğru yönelmişti. "Ben de hiç kimseyi tanımıyordum."

Kapıdan girip gözden kaybolduğunda farkındalıkla bakışlarım kaldığı otelin tabelasını buldu. Benim otelimden bir sokak aşağıda daha lüks duran bir butik oteldi burası. Şaşkınlıkla gerisin geri otelime doğru yürüdüm. Yunanistan'da bir srkadaş edinmiştim ve sanırım o da benim gibi turistti.

Otele girip odama çıkarken hemen çocuklara mesaj atıp neler olduğunu anlatmak istiyordum ama onlara kalkıp Yunanistan'a geldiğimi bile söylememiştim. Odama girip komodindeki telefonumu elime aldım. Buraya geleli iki gün olmuştu ve hala ne bir arama ne de bir mesaj vardı. Muhtemelen bizim çocuklar da dahil herkes Seungmin'in düğünü için hazırlık telaşındaydı ve ben akıllarına bile gelmemiştim.

Seungmin evleniyordu ve ben sanırım düğüne gitmeyecektim.

*

Sonunda chan ve stay buluştu yeeey şimdi chanı pamuklara sarıp bebekleme zamanı

Seungmin, evlenme. Evlenme deli manyak. İnsan evlenir mi hiç lan!?

somebody told me; | chanmin ✔️Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin