5 - kahvaltı ve deniz

890 121 43
                                    

Medya: bts - so far away

*

"Burasının omleti cidden lezzetli. Yumurta sevmeyen insana bile sevdirir." Dere otlu omletinden bir lokma daha alıp çiğnedi. Başını sallayarak yemeğin lezzetine vurgu yaparken güleç bakışları beni bulmuştu. "Neden yemiyorsun?"

Önümdeki tabakta duran omlete baktım. Normalde yumurta yemekle ilgili bir problemim olmasa da şu anda acayip şekilde midem bulanmıştı. Masadaki peynir, zeytin gibi klasik kahvaltılıklara baktım. Haşlanmış patatesle beraber kızarmış ekmek dahi vardı. Birkaç çeşit küçük reçel tabağı da eşlik ediyordu. O koca bir bardak süt içerken, bense filtre kahve istemiştim.

Başımı iki yana sallayarak reddettim. "Pek canım istemiyor."

Kaşları çatıldı. Dünden beri etrafa neşeli bakışlar atan kaplara gözler şimdi bana suç işlemişim gibi bakıyordu. "Ne demek canın istemiyor? Kimin canı kahvaltı istemez ki?"

"Benim."

"Hah!" Nispet yapar gibi çatalını yeşil zeytine batırıp bana gösterdi. "Egenin yeşil zeytinleri arkandan kovalar. En azından zeytin yağına ekmek ban."

"Ne yapayım?" Yalan yok. Son cümlesi bana epeyi garip gelmişti. Belki onun dilinde normal bir kalıptı ama İngilizce ile kullanınca çok garip duruyordu.

"Ekmek ban! Yani," derken yanındaki taze ekmekten küçük bir dilim koparıp baharatlarla tatlandırılmış zeytin tabağındaki yağa batırmıştı. "Buna ekmek banmak deniyor."

Üfleyerek derin bir nefes verdim ve nispeten daha küçük bir ekmek dilimi koparıp zeytin yağına bandırdım. Beklemeden ağzıma attığımda benim için hayatta hiçbir şeyin değişmeyeceğini düşünüyordum. Yalan söyleyemem, aslında tadı oldukça güzeldi ve hoşuma gitmişti ama ruh halim asla tepki vermeme izin vermiyordu. "Güzelmiş."

"Ne kadar çok somurtuyorsun bugün!" Hayıflanarak sütünden bir yudum içti. "Halbuki dün oldukça iyi görünüyordun. Ya da seni ilk kez gördüğüm için öyle düşünmüştüm, her neyse. Hadi bana kendinden bahset."

Pekala, sanırım birileriyle konuşmak pek de iyi bir fikir değildi. "Ben gitsem mi?"

"Ne?" derken gerçekten de şaşırmış gibiydi. "Seni sık boğaz ettiysem özür dilerim. Sadece yardım etmek istemiştim."

Derin bir nefes verdim, yine. "Üzgünüm, amacım o değildi-"

"İnsanlar, yabancılarla konuşmanın bir tanıdıkla konuşmaktan daha kolay olduğunu söyler hep." Doğru, haklıydı. Bu söylemi birçok kez ben de duymuştum. "Biz tanışalı yirmi dört saat falan oldu biliyorum. Ben senin için bir yabancıyım. Dolayısıyla benimle rahatça konuşabilirsin. Belli ki seni hayatında oldukça rahatsız eden bir durum var ve belki de bu yüzden buradasın. Haydi bana kısaca neler olduğundan bahset. Ne de olsa beni ömründe bir daha ne görecek, ne de duyacaksın. Birbirimizin kim olduğunu bilmiyoruz, değil mi?"

Başımı evet anlamında salladım. Bu kadar kısa sürede gözüne bu kadar çok şey kestirmesi akla mantığa sığmıyordu. "Gerçekten iyi olmadığımı nasıl anladın? Hatta buraya neden geldiğim çıkarımına nereden vardın?"

"Asyalısın ve Yunanistan'dasın." derken dirseklerini masaya dayamış ve ellerini birleştirip çenesinin altına koymuştu. "Buraya iş için gelseydin liman kenarındaki bu tatil yerine gelmezdin. Tatile gelmediğin de çok açık çünkü hem yalnız hem de mutsuzsun. Seni ikidir aynı kıyafetle görüyorum, yani yanında pek bir eşya yok ki dünkü aynı ayakkabıyı giyiyor olman tezimi destekliyor. Demek istiyorum ki, turist olarak bile burada değilsin yani." Gerçekten şaşırtıcıydı. Lafını bitirdiğini sanıyordum ama çatalına uzanıp bir yeşil zeytin daha aldı ve devam etti. Bir yandan da çataldaki zeytini bana uzatıyordu. "Sen bir şeylerden kaçıp gelmişsin. Hem de apar topar, aniden."

somebody told me; | chanmin ✔️Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin