"Çünkü seni seviyorum." bu sözler başrol oyuncunun ağzından çıkarken, kendimi filme o kadar çok kaptırmıştım ki Zeynebin yanıma geldiğini farketmemiştim bile. Gelip, filmi durdurduğunda farkedebilmiştim sadece. "Sen delirdin mi? Saat 4 buçuk." İşte yine başlıyorduk. Bu, Zeynebin isyanının başlangıcıydı. Her gece bu olurdu. Ben her söylediğine rağmen uyumazdım ama, o hiç bıkmadan her gece gelir böyle konuşurdu. "Hadi ama Zeynep, tatildeyiz!" Zeynebin sinirlendiğini, laptobu kapatıp kenara hızlıca koyuşundan, ve odayı sinirli bir şekilde terk edişinden anlamak için zeki olmaya gerek yoktu. Onu daha fazla sinirlendirmemek için filme devam etmedim. Salondan çıkıp odama gittim. Zeynebin odasına gidemezdim, çünkü şimdi gidersem bu taze sinirle daha fazla kavga ederdik. 22 yıllık arkadaşlığımızdan dolayı, onu çok iyi tanıyordum.
Odama girdim, ama ciddi anlamda uykum yoktu. Saçımı dağınık bir şekilde topladım. Ve pencerenin oraya gittim. Odamın bir manzarası olması, ve pencerenin önünde rahat bir koltuğumun olması benim için büyük bir şanstı. Oraya oturdum ve etrafı incelemeye başladım. Önceden baktığım manzara daha iyiydi tabiki. En azından 1-2 yıl önce. Bu yıl tam önümüze bir bina yapılmıştı ve bütün manzara uçup gitmişti.
Binayı incelemeye başladım. Aslında 3 katlı güzel bir binaydı. Siyah-bordo uyumu yapmışlardı. Evet, fazlasıyla güzeldi. Ama bu tabiki manzaramı bozmalarını değiştirmiyordu.
Binayı incelemeye devam ederken bir şey dikkatimi çekti. Apartmanın 2.katında bir hareketlilik vardı. Benim gibi bu saatte uyanık olanlar vardı demek ki. Ama bu garipti. Sanki birini dövüyorlarmış gibi. Gibi değil gerçekten öyleydi. Baba olduğunu tahmin ettiğim biri, küçücük bir çocuğa hiç acımadan vuruyordu. Bu yaptığım belkide yanlıştı, orda durup izlemeye devam etmemeliydim ama kafamı çeviremiyordum. Oraya saplanmıştım. Vicdanım sızlamıştı, sanki o küçük kızın çığlıkları bizim evde atıyor gibiydi. Ben bile bu kadar etkilenmişken o adam nasıl kılını bile kıpırdatmadan vurmaya devam edebilirdi?
2 dakika boyunca ordaydım ve, adam hiç durmadan vurmaya devam etti. 'Bu evde kimse yok muydu onlardan başka?' diye düşünmeme kalmadan içeri benim yaşlarımda olduğunu tahmin ettiğim biri girdi. Hemen adamı küçük kızın üstünden aldı ve bir yumruk salladı. Adam yere yığılırken çocuk hemen küçük kızı odadan çıkardı. Adam kendine yavaş yavaş gelmeye başlarken çocuk tekrar odaya girdi. Ve adamı ölesiye dövdü. Ben bununla sınırlı kalacağını düşünürken, cebinden çıkardığı bıçağı adamın karnına sapladı.
Refleks olarak elim ağzıma gitti. Bütün bunlara şahit olduğuma inanamıyordum. Ne yapmalıydım? Hiçbir şey olmamış gibi dönüp yatağıma mı yatmalıydım, yoksa masada duran telefonu alıp polisi mi aramalıydım? İşte bütün düşüncelerim şimdi durmuştu.
Beynimde ki karmaşayı 2 çift göz bozdu. Az önce bıçak tutan o elin sahibi kaç dakikadır bana bakıyordu? Peki genellikle böyle katillerin gözlerinde nefret olmaz mıydı? Ben neden bu çocuğun gözlerinde yalvarma ve pişmanlık görüyordum?
Uzun bir süre gözlerimin içine baktıktan sonra perdeyi kapattı o çocuk. Ama ben hala aynı yerdeydim. Hareket edemiyordum. Ne yapmam gerektiği hakkında da bir fikrim yoktu. Aklımda kalan sadece o gözlerdi..
Ne zaman yatağa yürüyebildim, ne zaman aklımdan o kadar düşünce gitti ve ben uykuya daldım bir fikrim yoktu. Gerçekten uykuya düşkün biriydim ama o kadar şeye şahit olmama rağmen nasıl rahat uyuyabilmiştim? Üstelik daha kararımı bile vermemişken. Olanları polise aktarmalı mıydım? Peki ben neden bu cümleyi kurduğumda oluşan rahatlık bi anda kayboluyordu? O gözlere güvenmiş miydim ben? '16 Temmuz' bu tarih her zaman aklımdaydı artık.
Kahvaltı yaparken Zeyneple bolca dedikodu yapardık ki bu asla değişmezdi. Ama bugün ne düzgün bir şey yiyebilmiştim, ne de düzgünce konuşabilmiştim. Zeynep de bunu anlamış olucak ki "Sanırım senin rahatlamaya ihtiyacın var, sahile gitmeliyiz." diye öneri de bulunmuştu. Başta kabul etmesem de "Hadi huysuz Hira, hadi!" diye kolumdan çekiştirince kabul etmek zorunda kalmıştım.
Üstüme pek de önemsemeden, bir tişört bir de şort geçirdim. Zaten alt tarafı sahile gidecektik. Burda herkes öyleydi. Bunun en büyük kanıtı da her yere abartılı bir şekilde süslenen Zeynepti. Her zaman abartılı olan Zeynep, şimdi aynen benim gibiydi.
Zeyneple 22 yıldır tanışıyorduk. Zaten 22 yaşındaydık. Yani beraber doğmuştuk denilebilir. Babalarımız ortaktılar, hatta ortaktan daha fazlasıydı. Bizde onlar gibi olmuştuk. Okullarımız hep aynıydı ve benim en yakın arkadaşım hep o oldu. Onun da bendim. 18 yaşında beraber eve çıkmak istedik. Başta tabiki aileler tarafından kabul edilmedi ama fazla ısrar edince sanırım sorun çıkmaz diye düşündüler. 4 yıldır beraber yaşıyorduk. Aynı evde iki çok yakın arkadaş ama zıt kutuplar. Bizim arkadaşlığımız böyleydi. Zeynep benim tam zıttım özelliklere sahipti ama bu hiç kavgaya sebep olmazdı. Kavga sayımız neredeyse yok denilecek kadar azdı. Bu işin en güzel tarafı da buydu.
Evden dışarı çıktığımız anda Mersin'in berbat sıcağıyla karşılaştık. Bu kadar yıldır Mersin'in bu havasına alışamamıştım. Ama şikayetçi değildim. Mersin'i seviyordum.
En çok da sahilini. Her zaman benim kaçış noktam olmuştu oralar. Ne zaman birine sinirlensem, ne zaman bir şeylerde başarısız olsam sahile giderdim. Zeynep de bunu bildiği için sahil önerisinde bulunmuştu.
"Hira, bugün berbat görünüyorsun ve çok düşünceli. Bir sorun olmadığına emin misin?" Zeynebin sorusuyla kafamı kaldırdım. Bir sorun olmadığına emin miyim? İşte cevap vermem gereken soru buydu. Ama ben kendime bile cevap veremezken ona ne demeliydim? "Ben..ben iyiyim. Sadece dün gece uyuya-" cümlem yarıda kesilmişti çünkü bu o'ydu! Dün gece dayak yiyen kız. O an ne düşünerek onu yaptım bilmiyorum ama koşarak kızın yanına gittim. Kolundan tuttum, korkarak bana baktı. Yüzü.. çok kötüydü. Dövüldüğü her halinden belliydi. Vücudunda ki diğer izlere bakarken kız ağlamaya başlamıştı. Zeynep olayın şokunu atlatmış olacak ki koşarak yanımıza geldi; "Hira bırak kızı! Ne yapıyorsun?" O soruya kadar kendimde değildim sanki ama kız o kadar kötü görünüyordu ki bir şeyler yapmalıydım. "Bu o Zeynep.. bu o." Artık bende ağlamaya başlamıştım. Dün geceden beri içimde oluşan o sıkkınlık patlak vermişti. Ve şimdi de ne olduğunu kendim bile anlamadan ağlamaya başlamıştım. "Kim? Neyden bahsediyorsun? Bu kız kim Hira?" Tam ağzımı açmış cevap verecek ve bütün dün gece olan olayları anlatıcakken biri sözümü kesti. "Buse gel buraya! Neler olduğunu sorabilir miyim?" Kafamı kaldırdığım anda yine o gözlerle karşılaşmıştım. Dün gece bana güven veren gözler.. Şimdi bana şaşkın bir şekilde bakıyorlardı. Dün gece birini öldürdüğüne şahit olmuştum çünkü. Utançla kafasını başka yöne çevirdi.Bu çok ters değil miydi? Dün gece onun katil olduğunu gören birine 'seni de öldürmek istiyorum' der gibi bırakması gerekmez miydi? Neden utanıyordu? Ve ben neden bu çocuğun masum olduğunu, içinde çok fazla iyi biri olduğunu düşünüyordum?
"Arkadaşımın sinirleri bozuk herhalde. Kardeşinize zarar vermek istemedik. Bizi yanlış anlamayın. Özür dileriz. Hadi, gel gidelim Hira." Zeynep beni kolumdan tuttuğu gibi yürümeye başladık. Ben hiçbir şey diyememiştim. Aynı dün gece olduğu gibi hareket bile edememiştim. "Kızlar.." O çocuğun bize tekrar seslendiğini duyunca Zeynep de ben de aynı anda durduk. Zeynep sadece "Senin yüzünden başımıza bela aldık." diye fısıldamıştı.Arkamızı döndüğümüzde o çocuk adının Buse olduğunu yeni öğrendiğim o kızı kucağına almış bize doğru yürüyordu. Aklımdan izlediğim filmlerin kötü adam repliklerinden bir kaç söz geçiyordu. Büyük ihtimalle Zeynep haklıydı. Başımıza bela almıştık. Çocuk gözlerini benden ayırmadan, hiç tahmin etmediğim o cümleyi kurdu;
"Kötü bir niyetiniz olmadığını gözlerinizden anlıyorum. Hayatta bazen çok kötü tesadüfler olabilir. Görmek istemediğiniz şeyler.. Bunun için bende özür dilerim. Bu arada ismim Yağız."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PENCERE
Teen Fictionbelki bir kavga bir kaderi, bir pencere bir aşkı bağladı birbirine. Yarım kalmışlıklar bir kalbi tamamladı. Belki küçük bir kızın derin çığlıkları bir kadının kalbine dokundu. Karanlık bir gecede parlayan o gözler bir aşkın ilk ışıklarıydı belkide...