XIX

412 48 14
                                    

Koşuyordum. Sırılsıklam bir halde nereye olduğunu bilmeden koşuyordum. Dikkatlice baktığımda, bir mezarlıkta olduğumu fark ettim ve nefes nefese kalmış bir şekilde olduğum yerde bir mezar taşına elimi dayayarak güç aldım. Buraya nasıl gelmiştim? Neyden kaçıyordum? Bir şeylerden kaçmaktan ziyade boğazımda alev topu gibi olan yumrunun ateşinden kurtulabilmek için kaçıyordum. Ne yağan yağmur, ne de şiddetle esen rüzgar dinmesine yardımcı oluyordu. Daha çok o ateşi alevlendiriyordu.

Doğruldum ve yaslandığım mezar taşına bir göz gezdirdim. "Ozan Tandoğan Ruhuna El-Fatiha" Mezar taşını okur okumaz boğazımdaki alev topu büyüdü ve tüm vücudumu kaplayarak beni bir alevden bir varlığa dönüştürdü. Yangının şiddetiyle tir tir titriyordum. Bir yandan da mezarın üzerine oturmuş ellerimle "Hayır o olamaz, o ölemez." diyerek toprağı kazıyordum. Tırnaklarım acıya acıya, kendi nefesimde boğula boğula o mezarı kazdım. Tabuta ulaştım. Tabutun kapağını açtığımda gördüklerim karşısında irkilerek geri kaçtım ve ellerimi toprağa dayayarak destek aldım. Yatan Ozan değildi, bendim!
   
Gördüğüm rüyanın etkisiyle hızlıca yattığım yataktan kalktım. Ozan hala mışıl mışıl uyuyordu. Dayanamadan nefes alışverişini kontrol ettim ve onu hala canlı görünce biraz rahatladım. Ardından üzerime Ozan'ın gömleğini giyerek lavaboya doğru yürüdüm. Yüzüme soğuk bir su çarptım ve aynada bembeyaz olan yüzüme baktım.
   
Hayatımda yaşadığım en mükemmel günü ve geceyi yaşamıştım. Birkaç ay önce hayalini bile kuramayacağım bir adam, beni seven, bana yemek hazırlayan, bana sahip olmasından korkmadığım, beni sevgiyle okşayan adam, gecenin karanlığının örtü gibi bizi sararak günahlarımızı gizlediği o adam tüm gece yanımda uyumuştu.

Gördüğüm rüyanın sadece bir bilinçaltının yansıması olduğunu düşünerek rahatlamaya çalıştım. Sadece bir bilinçaltı yansıması. Sanırım hala kimi sevsem ellerimden akıp gitmesinin verdiği korkuyla bilinçaltım mutlu olmayı reddediyordu.

Yüzümü yıkayıp mutfağa indim ve kahvaltı hazırlamaya çalıştım. Güzel bir omlet pişirdim, ekmekleri kızarttım, elimizdeki tüm malzemeyi kullanarak güzel bir sofra hazırladım fakat kendimi hala çok halsiz hissediyordum. Domatesleri doğrarken arkamdan iki elin sıcacık bir şekilde belime sarılmasıyla başımı o yöne doğru çevirdim ve saçlarımı Ozan'ın sakallarına sürterek boynundan gelen o güzel kokuyu tüm ciğerlerime doldurdum. Bir anda geri çekildi ve elini alnıma koydu.
   
"Senin ateşin var!" İlk önce ne yapacağını bilemez bir şekilde sağa sola döndü ve sonra tekrar konuşmaya başladı. "Seni doktora götürmeliyiz, yüzün de bembeyaz olmuş. Bu halde bir de kahvaltı mı hazırladın?" Yine azarı işittim.

"Senin ateşindendir o." diyerek sevimli bir şekilde ona bakmayı denedim. Fakat dün gece bana arzuyla dokunan, bedenimle birlikte ruhumda gezinen o adam gitmiş, yerine bir anne gelmişti. Bana bakışından, kaçmaya çalışmamın bir yararı olmayacağını anlamıştım.
   
"Farkında değildim. Gerçekten iyi hissediyorum kendimi. Kahvaltı yapalım, biraz dinlenelim eğer kötü olursam söz gideriz." dedim. Küçüklüğümden beri doktora gitmekten hep nefret ederdim.

"Pekala, otur sen mis gibi kahvaltını yap. Daha sonra güzel bir duş alıp doğru yatağa." dedi diktatör bir tavırla.
   
"Peki komutanım." dedim elimi asker selamıyla başıma koyarak. "Anlaşılan benim doktorum sen olacaksın. Can kurban böyle doktora." Gülerek yanağını sıktım.
   
"Tamam, öyleyse şımarmak yok. Hastaların en tatlısı olsan da güzelce kahvaltını yapmazsan doğruca hastaneye gidersin."
   
Hastaneye gitmemek için kendimi zorlayarak bir şeyler atıştırdım. Daha sonra duş alıp çıktığımda, elinde saç kurutma makinesi ile beni beklediğini gördüm. Bir yandan da çorba yapmıştı. Bunca işi ne ara yaptığını düşünürken o saçlarımı taradı ve kurutmaya başladı. Benden hamarattı! Sanırım ileride çocuklara kimin bakacağı, kimin ilgileneceği şimdiden apaçık ortadaydı. Çünkü ben daha kendi işlerimi zor halleden bir insandım.
   
Daha sonra beni yatağa yatırdı. Eliyle ateşimi ölçtü. "Hala biraz ateşin var." dedi üzgün bir ses tonuyla. Bir yandan da elindeki çorbayı üfleyerek bana yedirmeye başladı. Çorba enfesti! Boğazlarımın acımasına rağmen birkaç lokmada hepsini bitirdim.
   
"Aferin, böyle gidersen yarına hemen ayaklanırsın. Oburluğun sağ olsun hastayken bile performansından bir şey kaybetmiyor." dedi beni alaya alarak.
   
"Şimdi hastayım sana gücüm yetmiyor diye uğraş uğraşabildiğin kadar. Bunun hesabını soracağım." dedim gözlerimi devirerek. Tabii ki her zaman olduğu gibi gülmeme yine de engel olamamıştım. Eğilip burnumu sıktı  ve "Bana kıyamazsın ki sen." dedi.
   
"Sen öyle san." dedim.
   
"Vay be, tamam. Sen bize kıy ama ben sana kıyamadığımdan şimdi en yakın eczaneye gidip sana ilaç alacağım. Böyle olmaz."
   
"Beni yalnız mı bırakacaksın?" diye sordum telaşla gözlerimi açarak.

Sabahın İlk IşıklarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin