2. in another country

163 20 16
                                    

"Yarım saate evde ol, oyalanma. Kimseyle görüşmeden kitapları bırakıp eve gel." diyen annemin arkasından göz devirirken onaylayıcı bir iki mırıltı çıkardım. Boşa zaman harcayacağım diye ödü kopuyordu. Sınava hazırlandığım tüm yıllarda olduğu gibi yine üzerimde kurduğu baskıyla derece yapacağımı düşünüyordu. Böylece arkadaşlarıyla görüştüğünde kendi başarısı gibi anlatabileceği bir malzemesi olacaktı. Ölecek olsam bile iyi biri oluşumla değil, akademik başarımdan bahsederek anardı beni. 

Veya anmazdı.

Montumu giyip dışarı çıktığımda serin sonbahar havası yüzüme vurdu. En sevdiğim mevsimdeydik ama ben dışarı çıkamadan bitecekti. Çoktan ekimin sonuna gelmiştik. Kitapları kolumun altına sıkıştırıp hızlı adımlarla okula doğru yürümeye başladım. Saat çoktan on olmuştu, ben gidene kadar buçuk olacaktı. Ash'a dokuz dediğim için muhtemelen annemin izin vermediğini düşünerek geri dönmüştü. Benim salaklığım yüzünden görüşemeyecektik.

Kapalı havadan da anlaşıldığı üzere yağmur başlamıştı ama neyse ki çok hızlanmadan okula girebilmiştim. Lisenin koridorlarında yürürken aklıma kendi lise anılarım geliyordu. Hiç arkadaşım olmadan geçirdiğim seneler... Şu an 19 yaşımdaydım ve ilk defa bir arkadaşım vardı. 

Arkadaştan da öte olduğum bir arkadaşım.

Üçüncü kattaki okul kütüphanesinin kapısını açtığımda kimse olmadığını gördüm. Tüm öğrenciler dersteydi, görevli olan öğrenci de muhtemelen fırsattan istifade kaytarıyordu. Kitapları sırayla aldığım bölümlere yerleştirirken bir yandan da Ash ile görüşemeyeceğim için üzülüyordum. Tam o sırada arkamda bir nefes hissettim.

Sonrasında da belim iki uzun kol tarafından hapsedildi.

"Ash!" dedim sesimdeki heyecanı gizleyemeyerek dönerken. Ondan yaşça büyük olmama rağmen en ufak bir yakınlaşmada saf salak kalan hep bendim. 

"Burnumu sürtmeye mi çalışıyorsun geç gelerek?" dedi sırıtarak. Elimdeki kitabı olabildiğince sıkarak heyecanımı dizginlemeye çalışıyordum ama nafileydi. Onunla yakınlaştığım her an içimde bir yerlerde volkanik patlamalar oluyordu sanki. Bu, sevgi denip geçilecek kadar basit bir şey miydi emin değilim.

"Daha erken çıkamadım özür dilerim. Beni mi bekledin bu kadar süre?" 

Sesim titriyordu. Bunun farkındaydı. 

"Kaç saat geç kalırsan kal beklerdim. Beklemeyip ne yapacağım? Zaten zar zor görüşebiliyoruz." derken sesindeki kızgınlık annemeydi, bunu biliyordum. Elinde olsa beni evden çekip çıkarır, kendisiyle yaşamamı söylerdi. Bunu düşünmemeye çalıştım.

"Özür dilerim, annemi biliyorsun." dedim kafamı aşağı eğerek. Bu durum beni çileden çıkarıyordu. Utandırıyordu da. Benim yaşımda birinin annesi tarafından bu derece sindirilmesi. Ash bana acıyor olmalıydı, onun kadar özgür ruhlu olamadığım için.

"Sen niye özür diliyorsun, salaklaşma." dedi kafamdaki bereyi çekip çıkarırken. Henüz kestiremediğim yağmurdan nemlenmiş saçlarım alnıma düştüğünde elleriyle geriye itti. Bu ona bakmamı sağladı. Eli saçımdan yanağıma kaydı, avuç içleri yine yara bere içindeydi.

"Hayatında kötü giden hiçbir şeyin sorumlusu sen değilsin Eiji. Sen çok mükemmelsin." Baş parmağının yanağımda yarattığı hissiyat karnımı ağrıtıyordu.

"Ash..." diye fısıldadım güçsüzce. Tek bir dokunuşu bile sonbahar havasında beni eritebiliyordu. 

"Eiji..." dedi o da fısıldayarak. "Çok, çok güzelsin. Masumsun. İçinde hiç kötülük yok. Nasıl böyle olabilirsin? Dünyanın pisliklerinden arınmış bir melek gibisin."

Elimde sıkmaktan harap ettiğim kitabı alıp masaya fırlattı. Tok bir çarpma sesi boş kütüphanede yankılandı. Gözlerimiz bir santim bile ayrılmıyordu. O, yemyeşil gözlerini dudaklarıma kaydırdı. Heyecandan içim dışıma çıkıyordu, tarif bile edemeyeceğim şeyler oluyordu. Bana olan etkisinin farkında bile değildi belki de.

Dudaklarını kendi soğuktan kurumuş dudaklarımda hissettim. Mayhoş bir sıcaklık dudaklarımdan başlayıp tüm vücudumu turladı. Ellerim yakalarına kenetlendi, sertçe ceketini sıktım. Elleri hala belimi tutuyordu sıkıca. Dehlizlerine kadar iniyordu içimin. Beynimi uyuşturuyor, tüm aklımı kendisiyle dolduruyordu. 

Dilini dudaklarımın üstünde hissettim, ağzımı açmamla dilimle buluştu. İğrenmeli miydim? Hiç iğrenmedim. Her şeyiyle o kadar güzeldi ki, kötü hiçbir duyguya yer yoktu. Ağzım uyuşuyordu ama onu hissedebiliyordum. Gözlerim kapalıydı ama onu görebiliyordum. Dudaklarımız ayrılıp birbirimize baktığımızda onun benim için bir tehlike olduğunun farkındaydım.

Hiç düşünmeden atlayacağım bir tehlikeydi. 

"Şuradaki masaların birine yığılıp ölsem var olabilecek en huzurlu ölüm olurdu." 

"Sus." dedim ellerimle yüzünü avuçlayıp. "Daha seninle geçirmem gereken çok vakit var, ölmen için çok erken." 

Attığı kahkaha kulaklarıma dolduğunda keşke kayıt edebilseydim diye düşündüm.

"Eğer her buluşmamıza böyle geç kalırsan o vakitlerden kısmamız gerekecek abiciğim." dediğinde ondan büyük oluşumla dalga geçmesini göz ardı ederek kafamı eğdim. "Özür diledim ya." derken eli çeneme kaydı. Ona bakmamı sağlarken gözlerinde yine aynı şey vardı.

Saf sevgi.

"Suçlu sen değilsin, neden özür dileyip duruyorsun?" dediğinde içim burkuldu. Yine utançla doldum.

"Seninle doğru düzgün vakit bile geçiremeyen bir arkadaşın var. Neden bana katlanıyorsun anlamıyorum." dediğimde çenesi kasıldı. Sinirlendiğini fark ediyordum ama gerçekten bende ne bulduğunu anlayamıyordum.

"Sana bir daha böyle şeyler düşünme demedim mi? Neden kendini bu kadar küçümsüyorsun. Kendini benim seni gördüğüm gibi görseydin keşke. Ama bu nasıl gösterilir bilmiyorum." dediğinde utancımı gizlemeye çalışıyordum. Onun gibi biri beni övüyordu. 

"Seni tarif ederken çok zorlanıyorum. Çevremdeki insanlardan o kadar farklısın ki. Sanki kötü yanımın dengelenmesi için var olmuşsun." dedikten sonra yüzümü izledi bir süre.

"Tanrı iyi tarafımı yaratmamış da seni bana vermiş gibi."

Tüm benliğimi, varımı yoğumu onun ellerine vermek istememe sebep oluyordu. 

"Ben... gitsem iyi olur. Annem hemen gel demişti." deyip ondan uzaklaştığımda derin bir nefes alıp ofladı. Benimle saatler de geçirse yetinmeyecek gibiydi. Durum benim için de pek farklı değildi zaten. 

Masaya fırlattığı kitabı alıp rafa yerleştirdikten sonra yanından geçip gitmeyi düşünüyordum. Kolumdan tutup beni kendine çekti. Dudaklarını dudaklarıma bastırıp bekletti. Dudaklarımın üstünde gülümsedi. 

"Veda etmeden mi gidiyorsun abi?" dedi alaycı bir sesle. Gülümsedim. 

"Sanki bu akşam gelmeyeceksin de!" dediğimde güldü. 

Kolumu çekip beremi taktım. Kütüphaneden çıkmak üzereyken arkamdan bağırdı.

"Görüşürüz." 

Normal bir buluşmadan sonra bile onu arkamda bırakırken mahvoluyor gibiydim. Sanki her veda edişimizde son kez görüşüyormuşuz gibi hissettiriyordu. 

Vedalardan nefret ediyordum.

Olacakları bilseydim, nefretimi kenara bırakıp sana her seferinde veda ederdim.

happiness is a butterfly / ash×eijiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin