5. from death to morning

125 12 6
                                    

Sabah saatlerce masamda oturup bir türlü toparlayamadığım dikkatimle ders çalışmaya uğraşmış, en son vazgeçip banyoya girmiş, orada da bir saatten fazla vakit harcayıp odamda kös kös oturmaya devam etmiştim.

İşte onunla sadece buluşacak olma düşüncesinin bile bana etkisi buydu.

Hayatımdaki her şey, her hareketim, her düşüncem, her duygum, her kararım onun varlığından geçiyordu. Tüm hayatıma tesir eder hale gelmişti. Bunu dün akşam da net bir şekilde görebilmiştim. Beni bırakması düşüncesi, günlerce onu görememek tarif edemeyeceğim kadar canımı yakmıştı.

Böyle olsun istemiyordum. Ona bu kadar bağlanmak istemiyordum. Hele ki bir gün beni terk ettiğinde onu geri döndürebilecek gücüm yokken...

Özel dersim iki saat sürmesine rağmen öğretmene hasta taklidi yaparak çıkmıştım. Eğer özellikle izin alırsam anneme söylerdi ve söyleyecek bir yalanım olmazdı. Ama hasta olup da çıktığımı söylese bile annem bunu göz ardı edebilirdi.

Otobüsten inip yürüyerek lisenin önüne geldiğimde öğrencilerin doldurduğu bahçe gözümü korkuttu. Topluluk içine girmekten korkar hale gelmiştim. Hızlı adımlarla bahçeyi geçerken sadece yere bakarak yürüdüm. Sürekli kütüphaneyi kullandığım için beni görmeye alışmış bir iki hocaya selam verdikten sonra hızlıca yukarı çıktım. Kütüphanenin kapısını hızla açınca içerideki dört kişi bir anda kafalarını kaldırmışlardı. Kısık sesimle özür dilerken en arkadaki masaların birine yayılmış olan sarı saçlar takıldı gözüme. Arkasından yaklaştığımda yanağını masaya dayamış yatan Ash'ı izledim bir süre.

Uyurken çok huzurlu görünüyordu.

Omzundan tutup hafifçe sarstığımda irkilerek uyanıp bana doğru döndü. "Eiji!" dedikten sonra sesli bir şekilde ayağa kalktığında onu susturup geri oturttum.

"Kütüphaneden attıracaksın bizi!" dedim sitemkar bir şekilde. Onu oturtmak için omzuna bastırdığım elimi tutup diğer elimle birlikte tek eline alıp sıktı. Gözlerine baktığımda gördüğüm Ash başkaydı, ağzını açtığında duyduğum Ash başkaydı. Şu an bana öyle bakıyordu ki, kendimi dünyada var olan son insan gibi hissediyordum. O kadar nadir, o kadar özel.

"Yemin ederim, gelebilseydim yine her akşam gelirdim. Hatta... hatta günde iki kere gelirdim!" deyip ellerimi daha çok sıktı. Onunla temasta bulunmak aklıma iyi gelmiyordu.

"O halde neden gelemediğini anlat ki bunu görmezden gelebileyim." dedim. Bana elle tutulabilir bir sebep vermesine o kadar ihtiyacım vardı ki...

"Bu, öylece anlatabileceğim bir şey değil. Senden tek istediğim bana güvenmen Eiji. Bunu yapabilir misin?" dediğinde gözlerim etrafta gezindi. "Lütfen Eiji, seni korumaktan başka bir amacım yok." dediğinde kaşlarım çatıldı.

"Kimden? Neyden? Sen benim penceremin altında değilken neler yapıyorsun Ash?" derken sesimin titremesine engel olamadım. Bu soruyu sormaktan oldukça kesin bir şekilde kaçınmıştım ama artık göz ardı edemiyordum. Ash'ın tehlikeli işler yaptığını zaten biliyordum ama hiç bu kadar büyümemişti. Şimdi bir de beni korumaktan bahsediyordu.

Sessizliği beni rahatlatmıyor aksine daha da ürkütüyordu. Başına ne geleceği belli değildi ve buna rağmen benden her şeyi göz ardı etmemi bekliyordu.

"İşleri neden bu kadar zorlaştırdığını anlamıyorum. Bana anlattığında bir şey kaybetmeyeceksin." dediğimde gözlerimiz birleşti. Bakışlarında o kadar çok duygu vardı ki birkaç saniyede ayırt etmem mümkün değildi.

"Seni kaybedebilirim Eiji. Bu benim için bir şey değil, her şey demek."

Kafamı eğdiğimde elleriyle yanaklarımdan tutup kaldırdı. Birkaç dakika konuşmadan birbirimize baktık. Bu, aramızdaki bir ritüele dönüşmüştü sanki.

Sonrasında kolumdan tutup beni oturduğu sandalyenin yanındakine oturttu. Masaya baktığımda önündeki kağıtları gördüm.

"Ne okuyordun?" diye sorduğumda tebessüm etti.

"Bilmiyorum, veda mektubuna benziyor. Oturduğumda buradaydı, ben de okurken uyuyakalmışım."

"Ash..." deyip masanın üstünden elini tuttuğumda avcundaki parmaklarımı sıkıca kavradı.

"Lütfen bana bir şeyler anlat. En azından ne yaptığını, nerede olduğunu bileyim."

Bana değil, kafasını eğmiş masaya bakıyordu.

"Ne kadar az bilirsen o kadar iyi."

"Ama Ash-" dediğimde kafasını hızlıca bana döndürdü.

"Eiji! Dur artık!" dediğinde yüksek sesinden dolayı etraftaki kafalar bize dönmüştü. Ash sesini alçaltıp devam etti.

"Bunun sana hiçbir faydası yok. Beni daha fazla zorlama, hatırlamak istemediğim şeylerden kaçıp yanına geliyorum. Sen de onlardan bahsetmeye çalışma nolur!" dediğinde bu sefer bakışlarında ne olduğunu anlayabiliyordum.

Saf acı.

"Bana neler yaptığından bahset." dedi başparmağıyla elimi okşarken.

"Yani... bildiğin gibi. Ders çalışıyorum." dedim çekingen bir sesle. Sonradan aklıma gelen şeyle heyecanlanıp kafamı kaldırdım.

"Aslında işaret dili öğrenmeye çalışıyorum!" dedim heyecanımı sesime yansıtarak.

"Ya, demek öyle!" derken gerçekten ilgili miydi yoksa ilgili davranmaya mı çalışıyordu bilmiyordum ama beni dinlemek için can attığı bariz belliydi. Ona aklıma ne geliyorsa anlattım. Alakalı veya alakasız en ufak ayrıntıdan bile bahsettim. Ona iyi geleceğini düşünerek durmadan konuştum.

Eğer bilseydim, yüzündeki acıyı silmek için her türlü yolu denerdim.

happiness is a butterfly / ash×eijiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin