7. the rich boy

99 12 0
                                    


Sabahın ilk ışıklarıyla uyanmak için sonuna kadar açtığım perdeyi kapatıp yatağıma geri döndüğümde tekrardan uykuya dalamayacağımın farkındaydım. Aklım her zamanki gibi tek bir kişiyle meşguldü. 

Ash.

Evden çıkıp onun yanına indiğim geceden beri 3 gün geçmişti ve bu üç gün içinde o kadar mutluydu ki neden daha öncesinde ona kendisini değerli hissettirmeye çalışmadığımı düşünüp kahroluyordum. Aslında kötü bir  niyetim yoktu. Tek istediğim bana fazla bağlanmamasıydı çünkü ben fedakarlık yapabilecek bir insan değildim. Onun için yapabileceğim şeyler kısıtlıydı. Zaten  bugüne kadar fedakarlık yapmam gereken bir insan olmamıştı hayatımda.

Ash bugün geldiğinde onu her akşam penceremin altında görmekten mutluluk duyduğumu söylemeyi düşündüm. Ne tuhaftır ki böyle basit bir cümleyi bile kuramayacak kadar cesaretsizdim. Acaba Ash da bunun farkında mıydı yoksa onu sevmediğimi mi düşünüyordu? 

Uyuyamayacağıma iyice emin olduktan sonra yatağımdan kalkıp tuvalete girdim. Aynada kendime baktığımda göz altlarımın morlaştığını fark ettim. Dersler ve annemin baskısı beni çok yoruyordu ama bir an önce bu evden ayrılmak için buna katlanmak zorundaydım. 

Neredeyse tüm günümü ders çalışmaya harcadıktan sonra yemek saatinin yaklaştığını fark ettim. Zaten kokusu odama kadar gelmişti. Mutfağa gittiğimde annemi masayı hazırlarken buldum. Yanına gidip ona yardımcı olmaya başladığımda aramızda çığ gibi büyüyen bir sessizlik vardı. Kendi anneme karşı yabancı hissedip gerilmemi sağlayan bir sessizlik. 

"Derslerin nasıl gidiyor?" diye sorduğunda bunu anlamsız sessizliği dağıtmak için sorduğunun farkındaydım. Derslerimle alakalı en ufak bir ayrıntıdan bile haberdardı zira.

"İyi." demekle yetindim bu yüzden. Artık onunla sohbet kurmaya çabalayıp gözüne girmeye çalışmıyordum. Annemle yakın olabilme fikri kafamdan çıkalı çok olmuştu. Özellikle de tamamen yabancı bir insan bana koşulsuz sevgisini hissettirince buna daha da emin olmuştum.

"Özel derslerinin saatlerini arttırmayı düşünüyorum. Sence eski saatlerine eklenti mi yapalım yoksa ayrı günlere mi koyalım?" diye sorduğunda elimdeki bıçağı bırakıp ona döndüm. Bana bakmıyordu, önündekiyle ilgileniyordu. Gözüm bir süre ellerinde takılı kaldı. Kendimi ona nasıl ifade edebileceğimi bilmiyordum çünkü aynı dili konuşmuyorduk.

"Bana seçim hakkı sunduğunu sanmıyorum anne." dediğimde kafasını birden bana doğru çevirdi.

"Ne demeye çalışıyorsun?" dediğinde sesindeki siniri alabilmiştim. Şaşkındı da aynı zamanda. Daha öncesinde hiçbir konuda ona karşı çıkamazdım. 

"Eski saatlerime eklenmesi veya yeni günlere alınması hiçbir şeyi değiştirmez, bana sorman gereken şey fazladan ders almak isteyip istemeyeceğimdi." derken aklımın beni susturmaya çalıştığını net bir şekilde algılıyordum ama dilim bağımsızca hareket ediyordu. 

"Kendine çok güveniyorsun sanırım? Bu güveni geçiş sınavında da görebilecek miyiz bay Okumura?" diye sorduğunda yutkundum. Ders konusunda kendime güvensem de en iyi sonucum bile annemi tatmin etmeyecek gibiydi.

Son söylediğine sessiz kaldığımda birkaç sessiz homurdanma ve söylenmeden sonra masaya oturup tüm yemek boyunca çıt çıkarmadan önümüzle ilgilendik. Bu baş kaldırışım haneme eksi olarak yazılmıştı ve ilerde herhangi bir zaman diliminde annemin ters davranışlarına maruz kalmama sebebiyet verecekti.

Kolumdaki saate baktığımda Ash'ın geleceği vakte az kaldığını gördüm. Bir hışımla masadan kalkışım annemi şüphelendirmiş olabilirdi ama açıkçası pek umurumda değildi. Hızla odama girip dolabımın aynasında kendime baktım. Dağılmış saçımı düzeltip üstüme daha düzgün şeyler geçirirken bir yandan da durumuma sırıttım. Lise aşıkları gibiymişiz etkisi yaratıyordu bu halim. Bir an bu komplike ilişkimizdense sıradan liseli aşıklar olduğumuzu hayal ettim.

Penceremden gelen sesle oraya ilerlediğimde Ash'ın sarı kafasını görmek içimi ferahlatmıştı. Camı açıp öne doğru atıldığımda somurttuğunu fark ettim. 

"Bir şey mi oldu?" dediğimde az önceki sırıtmam yüzümden silinivermişti. 

Ash, çok üzgün görünüyordu.

"Yoksa yine mi yaralandın? Sana dikkatli ol demiştim!" derken bir yandan da vücudunu inceliyordum. 

"Eiji." 

Ash'ın ses tonu ciddi ve seviyeliydi. 

"Ben artık..." derken cümlesini yarıda kesip yere bakarak kafasını kaşıdı. 

"Ben artık gelmeyeceğim." dedi.

Sokak lambasının altında loş bir görüntüsü vardı. Saçları yine de parıl parıl parlıyordu. Gözlerimi alamadım. Donup kaldılar.

"Eiji?"

Geçen seferkine kıyasla daha dik duruyordu. Yarası daha iyi durumda olmalıydı. Göz altları buradan bile görülecek kadar kararmış ve çökmüştü.

"Eiji!" diye sesini yükselterek seslendiğinde gözlerine baktım. Üzgündü. Üzgünse neden böyle davranıyordu?

"O ne demek?" dedim sesimin titremesine engel olamayarak. 

"Artık beni burada görmeyeceksin demek." derken sesinde hiç tereddüt yoktu. Hiçbir duygu içermiyordu. Ama gözleri onu ele veriyordu. Veya ben görmek istediğimi görüyordum.

"Neden?" diye sordum. Oldukça sakindim, içimde kopan fırtınanın aksine.

"Benim, ilgilenmem gereken çok fazla şey var. Sürekli buraya gelmek fazla vaktimi alıyor. Zaten sen de evden çıkamıyorsun. Bu çarpık ilişkinin bitmesi ikimiz için de en iyisi." 

Ellerim pencerenin önündeki mermeri sıkıca tutarken dilim anneme karşı geldiğim zamanın aksine tutulmuş gibiydi. Zaten tutulmasaydı da söyleyecek bir şeyim yoktu. Onu zorla buraya getirtemezdim ya. Bana bu kadar katlanması bile mucizeydi.

"Peki." dedim sessizce. Kabullenişim aramızda çığ gibi büyüdü, gece oldukça sessiz olmasına rağmen etrafımızda binlerce insan çığlık atıyor gibi geldi. Gökyüzünün yerle bir olduğunu, bastığım yerin sallandığını hissettim. Birkaç saniyelik bu an bana yıllar gibi geldi. 

O gece son kez Ash'ın gidişini izlediğimi bilerek tadını çıkardım. Her bir ayrıntısını incelemek için uğraştım. Saç renginin tonunu, bakışlarını bilincime kazıdım. 

Eğer bilseydim, seni penceremin altında görmekten mutluluk duyduğumu söylemeden gitmene izin vermezdim.

happiness is a butterfly / ash×eijiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin