4. Kısım

25 5 0
                                    

4.Kısım

                Saat epey ilerlemişti artık güneş doğmak üzereydi. Güneşin ilk ışıkları genç adamın bedenini okşarken cadının evi de görüldü. Eve gizlice yaklaşmayı amaçlayan genç adam önce dinlenmek ve karnını doyurmak için etrafta gezindi. Cadının evinin yaklaşık olarak iki kilometre ilerisinde bir balıkçı kulübesi vardı. Dryn oraya bir şeyler yemek için uğramayı düşündü. Fakat ya cadının askerlerinden birisi orada yaşıyorsa diye kendini uyardı. Tedbiri elden bırakmamak kanısındaydı. Gizlice kulübeye yaklaştı ve içeriye bir göz attı. İçeride kimsecikler yoktu. Dryn uzun bir süre birilerinin ortaya çıkmasının bekledi ve sonunda açlığı onu yenince dayanamayıp eve girdi. Evden yiyecek birkaç şey aldı ve hızla dışarı çıkmaya başladı. Kapının önündeyken durdu. Çünkü arkasında birinin varlığını sezmişti. Yavaşça kapıyı açtı ve hızla arkasını döndü. O korkunç sahneyi yaratan ufacık bir köpekmiş. Dryn artık soğuk terler içinde kalmış alnını silebilirdi çünkü beklediği gibi korkunç bir durumla karşılaşmamıştı.

                Genç adam yemeklerini korunaklı bir yerde yedi ve cadının evinin etrafında gezinip bilgi toplamaya başladı. Hava kararmaya başlayınca da artık harekete geçmenin vakti dercesine eve iyice yaklaştı. İçeriye penceren gizlice baktı. Bakar bakmaz lanet okumaya başladı ve yere diz üstü çöktü. Sinirden küplere binmişti. Çıldırmak üzereydi. Neck… Neck’i orada unutmuştu. “Aaaah… Birde başkalarına aptal diyorum. Acaba yeryüzünde benden daha aptal birileri var mı?” diye geçirdi içinden. Bir şeyler yapmak zorundaydı. Neck’i içeride cadıyla baş başa bırakamazdı. Genç adam “Düşün… Düşün… Düşün ne yapmalıyım? Neck’i buradan dışarı nasıl çıkartırım?” şeklinde düşüncelerle uçup gitti. Ta ki cadının oğlu dışarı çıkmaya başlayıncaya dek.

                Cadı oğluna “Etrafa bir göz at. Muhafızların şimdiye kadar gelmeleri gerekirdi. Yakınlarda ev ya da mağara benzeri sığınılacak ne varsa içerisine gir nerede olursa olsun git ve o çocuğu bulup bana getir canlı ya da cansız. Onu bul ve bana getir.” Diye bir söylemde bulundu. Cadının oğlu anlarcasına başını salladı ve elinde tuttuğu devasa kılıçla genç adamı aramaya koyuldu. Dryn cadının oğlunun evden çıkmasını fırsat bilerek biraz bekledikten sonra eve girdi. Cadı evi onarmayı başarmıştı. İnanılacak gibi değildi yangına dair hiçbir iz yoktu. Dryn o an anladı ki cadı gerçekten güçlü birisiydi. İçeri girmenin bir yolunu arayan Dryn, biraz ilerideki bodrum penceresini gördü. Pencereye yaklaştı ve içeri girdi. Karanlıktı bodrum katı. Ama belli belirsiz parıldamalar çarpıyordu genç adamın gözüne. Ne olduğunu kendisi de kestirememişti. Nefes alış verişi kendinden başkasının kontrolündeymiş gibi hızlanmaya başladı. Kalp atışlarını kendi kulaklarıyla duyuyordu. Karşısında sanki çok güçlü bir şey vardı. Genç adam ruhunun boğulmasına daha fazla dayanamayarak bayıldı.

                Genç adam yeni yeni kendine gelmeye başlamıştı ki havanın karardığını gördü. İçini bir anda çok korkunç bir huzursuzluk ve endişe kapladı. “Soğukkanlı olmak zorundasın Dryn… Soğukkanlı” diyerek kendini rahatlatmaya çalışan genç adam gökyüzündeki ayın bodrum penceresinden içeri süzülüşü izlemeye başladı. İçinde garip bir his vardı sanki kendini daha bir zinde ve güçlü hissediyordu. “Dışarı nasıl çıkarım” dedi kendi kendine. Ardından belindeki baltasını eline alıp ay ışığıyla odayı aydınlatmaya çalıştı. İçeri aydınlanır aydınlanmaz Dryn kendinden geçti. Ayakta zor duruyordu. Çünkü etrafta onlarca insan iskeleti vardı. Bayıldığı yerin tam karşısında ise henüz ölmüş olan bir ceset daha vardı.  Cesedi diğerlerinden ayıran özelliği ise elbiseleriydi. Bir Kral gibi giyinmişti. Fakat elbiseleri eski olmasına rağmen ceset sanki daha dün ölmüştü. Dryn cesede yaklaşmaya başladı ve tam karşısında durdu. Cesedin gözleri sağ avucuna bakıyordu. Genç adam yavaşça cesedin sağ avucunu açtı ve içerisinde bir kolye buldu. Kolye gecenin karanlığından daha siyah bir çemberden ibaretti. Genç adama kolyeyi eline aldı ve incelemeye başladı. Arkasını dönüp pencereye henüz yaklaşmıştı ki… Ceset diğer elindeki notu düşürüverdi. Dryn biraz heyecanlanarak arkasını döndü. Kâğıda doğru birkaç adım attı ve onu pencerenin yanına getirdi. Yazılar ay ışığında dahi çok parlak görünüyordu. Kâğıtta “Cadıyı öldür Dryn.” Yazılıydı. Genç adam birden içine saplanan bu korku ve merak okundan ötürü sendeledi. Yere çöktü ve kâğıdı tekrar tekrar okumaya başladı ama yazı hiç değişmiyordu değişmeyecekti de…

 Sözünü ettiği kişi kendisi miydi? Ya da kendisinden başka bir Dryn daha cadıyı mı öldürecekti? Neler olduğu konusunda hiçbir fikri olmayan genç adam şaşkın bir şekilde pencereden dışarı bakmaya başladı. Uykusu geliyor gibiydi sanki. Göz kapakları çökmeye başladı. “Yorgun değilim, uykumda yok, neler oluyor bana” demeye kalmadan tekrar bayıldı. Bu sefer öncekinden farklı olarak bir rüya görüyordu. Karşısında çok güçlü surlarla kaplı, devasa bir düzlükte bulunan tek tepeye yerleşmiş bir kale vardı. Kale o kadar heybetli görünüyordu ki sanki kimse değil savaş açmak oraya yaklaşmak bile istemezdi. Dryn kalenin dev kapısından içeri birkaç adım attı. Kalenin avlusu geniş ve ferahtı. Yüzlerce çeşit çiçeğin, ağacın ve çeşitli bitkilerin bulunduğu bir avluydu. Yürümeye devam eden genç adam kalenin merkezinde bulunan güzel işlemelerle süslenmiş bir kapıyla karşılaştı. Yavaşça kapıya yaklaştı ve kapıyı açmak istedi fakat açamadı. Bunun üzerine sanki oraya daha önce gelmiş gibi kapıyı farklı bir ritimle birkaç kez tıklattı. Kapı o ritimlerin ardından sonuna dek açıldı. Genç adam kapıdan içeri bir adım attı. Tam karşısında dev gibi bir adam, bir masanın arkasında, pencereden dışarı bakıyordu.

Genç adam iyice yaklaşınca, dev cüsseli olan kişi onun varlığını fark etti ve yüzünü ona dönerek “Hoş geldin Dryn” dedi. Genç adam şaşırdı. Rüya gördüğünün farkındaydı fakat bu adam sanki ona cidden tanıdık geliyordu. Genç adam dayanamayıp bağırarak “Sen kimsin ve benim adımı nerden biliyorsun ayrıca benim burada ne işim var?” diye sordu. İri olan “Ne kadar çok soru sordun böyle. Hâlbuki bana senin sakin ruhlu biri olduğun söylenmişti.” Derken genç adamın gözlerine tebessümle baktı. Sonra devam etti. “Üzgünüm, kendimi sana tanıtmadım. Ben ölümsüz kral Hohenheim. Buradasın çünkü planın cadıyı öldürmek. Seni burada görmek istedim çünkü bunu yapabilecek birisine benziyorsun” deyince genç adam onun yüzüne hayretle baktı. Bu öyle bir bakıştı ki sanki zaman durmuş gibiydi…

DRYN- Karanlık (Darkness)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin