Defterlerini unutma.

2.1K 48 6
                                    

Bak, yine ben geldim. Bugün biraz daha dolu geldim. Tek getirmedim kendimi buralara. Bana en yakıştırdığın renkle geldim. Kırmızı hırkamla, sen kokuyordu biraz. Uzun zamandır yanıma uğramaz oldun, sürekli ben görmeye geliyorum seni. Olmaz ama oldurdum ben. Olsun, yine geldim. Her dakika dip dibe olacaktık bir de. Söz vermiştik. Halbuki dakikalar boyunca, sabaha dek belki de çılgınca sevişecektik seninle. Ama olmadı. Şimdi yıldızlar şahidim olsun ki, ter kokuna dahi hasretim senin.
Biliyor musun? İnanmıyorum senin öldüğüne. İnsanlar iğneliyorlar, öldü diyorlar, bırak, geri gelmeyecek. Ama inanmıyorum onlara. Sadece geceleri yatağımız biraz daha soğuk. Belki dolap bomboş, kırmızı defterlerinde yazılar eksik. Buraya taşındığındandır belki. Sahi, defter demişken. Defterlerini getirdim. Özlemissindir ben gibi onları da. Özlemedim deme bana, inkar etme. Özledin ses tonumu. Oysa ben senin hücrelerini bile özledim seni beklerken.
Yarı sarhoş, yarı ayıktı adam. Gözleri kan çanağı gibi, dolu dolu. Ağzı, leş gibi, rakı değil de hasret kokuyor sanki. 
Sağ avucunun içine doğru çevirdi gözlerini. Elindeki gülün dikenleri, öyle batmıştı ki ellerine, parmak uçları kanlı deniz gibi görünüyordu boydan boya. 1 ay öncesi canlandı gözünde, ipek gibi kadifeden, bembeyaz. Sonra güneş kayıverdi ekrandan, elektrikler kesilmiş gibi, simsiyah bir görüntü. Kulaklarda acı uğultular, analı babalı feryatlar var.
Ah benim güzel yüzlü hatunum! Kokusuna aşık olduğum!
Çok geç tanımıştı adam, kadınını. Nereden baksanız gençliğinin baharında ama keşke doğdumuz anda yanyana olsak diye düşünür dururdu. Hayatını da adamıştı hem ona. Sözler verip, durmuştu. Tenine aşıktı, ten rengine, saçına, gözüne, burnuna… Nefes alışını bile ezbere biliyordu hatta. 
Sonra ne olduysa oldu, kokusu en acı baharat tadına dönüştü kadının. Tabi ya, toprak aldı götürdü onu. Yağmur her yağdığında da sırf bu yüzden güzel koktu, sırf bu yüzden aşık etti toprağın kokusu kendisini bize. Ama en çok da, adama. Hatta öylesine acı dolu günler ki, ufak bir çiselemede pencereyi açar, 1 saniyelik bir kokuyu bile yıllarca duymak istercesine ciğerlerine çekerdi.
Silik silik dolaşan hatıralar, birden kalkıverdi gözünün önünden. Ellerinde sıktığı gülleri, yavaşça ittirdi mezarın baş ucuna. Sol avucuyla kavradığı kırmızı şarap şişesini mezar taşına bıraktı, günlük gibi duran defterleri de mezar taşının baş ucuna. Defter, kırmızı kapaklıydı. Öyle ya, kırmızı aşkın rengiydi ikisine de. Belki tanıştıkları andan belliydi, ikisine de yakışan en masum renk, kırmızıydı. Masum ama aynı zamanda acı.
Defterlerini unutma, bittikçe getireceğim sana, aynılarından. 
Kız, her gününü, adamla yaşadığı tüm heyecanlarını, tutkularını, sevişmelerini bile dökerdi kağıtlara. Yazar, dururdu. Oysa şairdi kendisi. Kimsenin bilmediği, en amatör, yalnızca adama ait bir şair…
Yarısı boş şarap şişesini ellerine aldıktan sonra, kapağını açtı sertçe. Ağzına bir hışımla götürdükten sonra, bir kaç yudum içti. Boğazları yandı adamın. Farkında olmadan sol gözünden göğsüne doğru akan gözyaşını hemen silmeye yeltelendi. Kadın onu ağlarken görseydi, kim bilir ne kadar üzülürdü? Halbuki şimdi, karşı karşıyayken.
Mezar taşındaki kırıntıları elleriyle temizleyerek derin bir nefes aldı önce. Ciğerlerine çekti kokuyu. Yağmur sonrası, kadının, özlenen kokusu. Ölene dek duyulmak istenen… Şarap şişesini devirdi mezar taşına, döktü. Yıkadı, yıkadı… Diğerleri gibi değil de, kırmızı şarapla iteledi tüm pislikleri taştan. Aslında taş değildi onun için, aslında, kadından.
Tanrı şimdi ne günahlar yazmıştı onun için, kim bilir. Sırf bir mezar taşını suyla yıkamaktansa, beraber olduğunu bile bile, hala yanındaysa eğer, hissetmek uğruna kırmızı şarapla yıkamıştı. Her sevişme sonrasında içtiklerinden hem de.
Hoş, yazsa ne olacaktı? Kadın, onun için melek gibi gözükse de, tanrı için günahkardı onlar kanlı ekranlarda. 
Adam, mezarın başından kalktı, güle bir öpücük koydu, ve, gitti.
Yıkanan taştan bir damla şarap aktı gitme der gibi. Ya da kadının gözyaşıydı. Bilinmez. Ama tam da adam kalkar kalkmaz aktı. 
O zaman kim bilebilirdi ki şarabın kan, kadının da gözyaşı olduğunu? Belki de acı içinde feryattı bunlar.
Bitmesi beklenen ama asla geri dönmeyecek olan çığlıklardı.
Oysa aşk, ölümsüz olandı. 

Bir Mazoşist'in GünlüğüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin