13 Ağustos - 2021
Cuma - Öğle vakitleriBirkaç sıradağın herhangi birisinin açık alanındaydık. Dört bir yanı çam ve diğer iğne uçlu yapraklı ağaçlarla kaplı ormanın, çapı yaklaşık kırk metrelik bir açıklığın ortasındaydı barakamız. Eğimi yüzde yirmi beş küsür olan, yerden yüksekliği otuz santimetre olan karların içerisinde, sonbahara doğru ilerleyen bir zamanda, değişiklik olsun diye birkaç günlüğüne kafa dinlemeye gittiğimiz, kötülüklerden muzdarip ormanımızdaydık. Barakamız, yalıtımlı ve biri banyo, biri tuvalet, ikisi yatak odası, biri de mutfakla birlikte salondan olmak üzere toplam 5 odaya sahipti. İçerisi biraz küçüktü ama yakılan şöminenin ısısı soğuk havayı bu sayede daha kolay kırıyordu. Omuzlarını aşan soluk kızıl saçlarıyla ve yeşil gözleriyle adeta bir viking dizisinden fırlamış hale benzeyen yüzü ile kendisini ön plana çıkaran yakın arkadaşım Ebru, barakanın şöminesini yaktığını, hatta bunu bize söylemeyi unutup yemek için meyve dilimlediğini haber verdi kapıyı açıp bize bakarak. Biz o sırada barakanın birkaç metre ötesinde yer alan kamp sandalyelerimizde ateşin karşısında noodle yiyorduk. Ozan, Egemen ve kız arkadaşı Gamze vardı karşımda. Ozan, sol çaprazımda durgun bi yüz ifadesiyle karşımızdaki ağaçların üstüne, gökyüzündeki bulutlara bakıyordu. Egemen ve Gamze, sandalyelerini birbirine çevirmiş vaziyette sessizce konuşup ara sıra kıkırdıyor, kaliteli vakit geçiriyorlardı. Soğuk havadan olmalı ki hepimizin yanakları kırmızıydı. Üzerimizde kat kat kalın giysiler bulunmaktaydı. Ebru barakadan dışarı adımını attı ki, Ozan'ın baktığı taraftaki ağaçlıktan bir silüet görmemiz bir oldu. Egemen ve Gamze çekimser kalıp sessizce izlemekle yetindiler sadece. Karlı ağaçların ve hafif kar yağışının yol açtığı sisten dolayı bize doğru yaklaşan silüet, giderek bir insan şeklini alarak içimizdeki korkuyu bastırdı. Gelen kişi bir kızdı hatta, artık bunu görebiliyorduk. Ebru ağır ağır ona doğru yürümeye başladı bana bakarak. Ozan'a belli belirsiz bir bakış attım ve birlikte ayaklanarak Ebru'nun yanına gittik. O esnada Egemen bize bakıp duruyordu bir yandan.
Ebru: Kim o Poyraz?
Poyraz: Bizden değil, yardıma muhtaç olduğuna eminim ama.
Ozan: Burda başka insan var mı ki?
Ebru: Yani evet. Nerden gelmiş olabilir ki?
Poyraz: Öğrenmenin tek yolu var.
Ozan: Bekleyelim.
Ebru: Niye bekliyoruz ya? Yardım edelim işte gidip.
Ozan: Gelsin öğreniriz işte.
Poyraz: Ebru haklı.Kurduğum son cümleyle birlikte gelen kişiye doğru karların arasında yürümeye başlamıştım. Attığım her adımda botlarım tamamiyle kara gömülüyor, bastığım yerin çukur olup olmadığından emin olamadığımdan dolayı da yavaşça ilerliyordum. Elimle sağımda kalan Ebru'ya "dur" komutunu ima edecek şekilde elimi uzatarak avcumu gösterdim. Ozan ise solumda hemen arkamda benimle beraber ilerliyordu. Bize doğru gelen kız, oldukça yorgun düşmüş ve tökezler halde aşırı yavaş biçimde yürüyordu. Titreyen bedeninin üzerinde kalın kıyafetlerin olmadığını fark ettik. Saçları ıslanmış, yanakları ve burnu kızarmış, soğuktan iyice bayıklaşmış olan gözleri, bir o kadar da yardım istercesine konuşuyordu bize bakarak. Sonunda yanımıza vardı. İyi olup olmadığını ve nereden geldiğini sorduk. Bilincinin yarısı şokta olduğu için, yüzlerimize bayıkça bakıp yavaşça yürümeye devam etti cevap veremeden. Bir şeyler mırıldanmaya çalıştığını duyar gibi olunca Ozan, kıza bir adım daha attı. O esnada kız bayılır gibi olup kendini çocuğun üzerine bıraktı. Ebru hemen yanımıza koşmaya başladı. Ozan kızı güçlükle ayakta tutmayı başarıp dirseklerinden tuttu. Kız ona sarılıyordu. İşin ciddiyetini fark edip, bize doğru gelen Ebru'ya "Barakaya git, sıcak suyu aç hemen" dedim. Egemen ve Gamze yardım için yanımıza geldi ve Ozan'la birlikte barakaya yöneldiler. Bense biraz duraksadım ve planlar kurmaya başladım. Fazla düşünmüş olmalıyım ki Ebru'nun, kızı duşa soktuğunu barakadan çıkıp yanıma gelen Egemen'den öğrendim. İçeri girmedim, Ebru ve Gamze dışında herkes dışardaydı az sonra. Uzun uzun düşündük gizemli gelen kızı. Bu ıssız ormanda bizi ateşin ışıltısından bulmuş olduğu kesindi ama buralarda ne işi vardı, üstelik tek başına. Bunu düşündük bi müddet. Daha sonra içeri girdik kapımızı kitleyip. Küçük salonumuzda herkes koltuklara ve sandalyelere oturdu. Kız, Ebru'nun yanında battaniyeye sarılı oturuyordu. Ona kıyafetler vermiştik. Titremesi yavaşlasa da durmamıştı hala. Konuşmaya başladık. Şöminenin ateşi ve kıyafetlerimiz, sıcak kalmamız için yeterliydi. Küçük penceremizden, dışarıda çıkan kar fırtınasını fark ettik. "şanslıymışsın ki bizi erken buldun" dememin hemen ardından Ozan, kıza hazırladığı noodle ve kahveyi ikram etti ona. Kız teşekkür ederek yemeye başladı. Bi süre sonra nereden geldiğini sordum ona. Adını öğrendik hemen ardından. Elif'miş adı, kamp yapmak için arkadaşlarıyla geldiği bu ormanda dolaşmak için tek başına gezinirken kaybolmuş olduğunu söyledi. Ebru, kıza yatak hazırlamak için odamıza gidip yorgan ve yastık ayarlamaya gitti. Ayakta duran Ozan, Elif'in yanına oturdu o esnada. Egemen ve Gamze, kıza arkadaşlarını sorarlarken Ozan, Elif'e bakmaktaydı uzun uzun. O cevap verirken gözlerini ve saçlarını izliyordu bir şey demeden. Koyu ahşap döşemeli barakanın yumuşak minderli koltuklarında otururken yavaşça ayağı kalkıp kapının önüne yürüdüm. Ozan o zaman bana bakıp "nereye" dedi. "kızın arkadaşlarını bulmalıyız" diye yanıtladım. Hala onu arıyor olmalıydılar. Egemen "Fırtınanın bitmesini bekle, birlikte gideriz" dedi. Onaylayarak Ebru'nun yanına ona yardım etmeye gittim. Anlaşılan o ki işimiz vardı. Kızın ailesine ulaşmalıydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Winter Passion: Molu
Proză scurtăOldukça kısa sürecek olan bu hikayemizde: Şehrin ve çalışmanın yoruculuğuna ara vermek için İstanbul'dan yola çıkıp Uludağ'ın olduğu sıradağların birinde, arkadaşlarıyla birlikte birkaç günlük tatil yaşayacak olan Poyraz ve diğerlerinin başına gelec...