-6-

22 1 0
                                    

Kızın her ok atışında mahlûk kayboluyor ve ok onu geçtikten sonra ortaya çıkıp tekrar ilerliyordu. Mahlûk kılıcını kaldırıp iyice yaklaşmıştı. Kız, ok atamayacak mesafeye gelince belindeki küçük kılıcını biranda çekip mahlûkun elindeki kılıca bir darbe vurdu. Kılıç havada manevralar yaparak Bilal'in önüne düştü. Kız ikinci bir darbeyle mahlûku yok etti. Fakat arkasından gelen diğer mahlûku çok geç fark etmişti. Kendini savunmak için kaldırdığı kılıcına yediği darbeyle dizlerinin üstüne çöktü. Mahlûkun gözlerindeki mavi alevler kıpkırmızı olmuştu. Belli ki, arkadaşını yok etmesine çok sinirlenmişti. Kız yerde beklerken mahlûk kılıcını kaldırıp "Hannaaas" diye bağırdı. İşte bu... Bu rüyasında gördüğü sahnenin aynısıydı. Biranda etraftan toplanan siyah dumanlar mahlûkun karanlık kılıcında birleşmişti. Bilal uyuşması geçen dizlerinin üstüne kalktı ama ne yapacağını bilemiyordu. Arkasına baktı. Rüyasında ona seslenen Nados yoktu ama diğer mahlûklarla dövüşen iki kişi vardı. Büyük olanı birden bağırdı; "ne duruyorsun, yardım et... Çabuk..." Bilal yerdeki kılıcı alıp koşmaya başladı. Mahlûk darbesini tam indirecekken Bilal ona bağırdı; "DUUURR! Mahlûk kırmızı alevlerden oluşan gözlerini Bilal'e dikti. Bilal'in beyni duracak gibi oldu. Mahlûk sanki gözleriyle Bilal'i hâkimiyeti altına almaya çalışıyordu. Ama hayır, kendini toparlamalıydı. Kendini wing shun müsabakalarındaymış gibi hissetmeye çalıştı. Mahlûk biranda olduğu yerde dönüp Bilal'e doğru kılıcını savurdu. Ama Bilal son anda kendini geri doğru attı ve ardından yere doğru uzanıp bacaklarına doğru dönerek bir çelme taktı. Şükür ki, işe yaramıştı. Mahlûk, dengesini kaybetmişti ki, elindeki kılıcı yere saplayıp dengesini toparladı ve kılıçtan destek alarak Bilal'e bir tekme attı. Bilal, hocasından yediği tekmelerle bile bu kadar havalanmamıştı. Ayakları yerden kesilip birkaç metre ileriye yığılıp kaldı. Kafasını kaldırdığında mahlûkun, havaya kaldırdığı kılıcıyla kendine doğru geldiğini gördü. Yapacağı bir şey kalmamıştı. Gözlerini kapatıp, ölümünü beklemeye koyulmuştu ki, kılıç ona gelmedi. Gözlerine korkarak araladığında mahlûk yok olmuştu. Onun 5 metre arkasında yayını tutan kızı görünce olanları anladı. Kız onun hayatını kurtarmıştı. Daha doğrusu ödeşmişlerdi. Kız gelip kalması için ona elini uzattı; "haydi acele et, diğerlerine yardım etmeliyiz." Ölen mahlûka ait yerdeki kılıcı alıp, kızla birlikte diğerlerinin yanına vardıklarında çığlık gibi, kulakları sağır edecek bir ses duydular. Ardından diğer iki mahlûk da kaybolup gitti. Hepsi nefes nefese kalmışlardı. Uzun boylu olan çocuk; "biran önce buradan uzaklaşmalıyız. Daha büyük bir grupla bize saldırabilirler. Herkes Sarnıç'a..." Bilal birden istemsiz olarak; "ben de mi?" diye sordu. Çocuk alaylı bir gülümsemeyle; "Ölmek istiyorsan kalabilirsin dostum" dedi. Bilal de sanki başka bir seçeneği varmış gibi; "peki, geleyim bari" dedi ve topallayarak onları takip etti. Ağaçların çok sık olduğu bir yere geldiklerinde, Bilal yolu bilmediğinden ve ormana alışık olmadığından dalların arasından geçerken epey zorlanmıştı. Hatta bir dal gözünün tam altını çizmişti. Neredeyse gözü çıkacaktı. Uzun bir yürüyüşün ardından durdular. Kısa boylu olan çocuk, yerdeki yaprakların arasında bir şeyi tutup kaldırdı ve yerin altında bir giriş ortaya çıktı. Taş merdivenlerden aşağı doğru indiklerinde, ince uzun bir koridordan yürümeye başladılar. Uzun, soğuk ve nemli koridorun sonu geniş bir alana çıkıyordu. Her taraftan sular damlıyordu. Burası Bizans döneminden kalan bir su sarnıcıydı. Yerin altına inşa edilmiş taştan yapının tavanında, yerin üstüne çıkan onlarca hava deliği vardı. Herkes bir şeyle uğraşmaya başlamıştı. Biri ateş yakmaya çalışıyor, biri konserveleri açıp, yemek hazırlamaya çalışıyor, biri silahları yerlerine yerleştiriyordu. Bilal de sessizce onları izliyordu. Ateşi yaktıklarında, dumanın içerideki hava akımıyla tavandaki deliklere nasıl gittiğini izlemeye başladı. Sanki görünmez bir borudan geçip doğruca yukarıdaki deliklere gidiyor, oradan da dışarı çıkıyordu. Herkes işini bitirince ateşin başına toplandılar. Kız tabakları dağıtıyordu. Ekibin başı olan çocuk, "gelsene ateşin başına. Su sarnıcı çok soğuktur, üşürsün" dedi. Bilal, ateşin kenarındaki küçük taburelerden birine oturdu. Kız ona da bir tabak verdi."Gecenin yarısında ormanda ne işin vardı? KİO'lar seni neden takip ediyordu?" soruyu soran, Bilal'in, ekibin başı olduğunu tahmin ettiği kişiydi. Başını ona çevirdiğinde, şüpheli gözlerle Bilal'i süzüyordu;"KİO'ların oyunların biri mi yoksa bu da?""Şeyy... Ben o yaratıkların ne olduğunu bile bilmiyorum. Ben.. Şeyy... Ben evden kaçmıştım. Sonra..." Bilal başından geçenleri onlara anlattı. Ortam yumuşamıştı. Merakla Bilal'i dinliyorlar, ona sorular soruyorlardı. Muhabbet koyulaştıkça Bilal, onlardan hoşlandığını düşünmeye başladı. Ekibin en büyük ferdi Azimet'ti. "Cezalandırıcılar" adını verdikleri ve KİO denilen "Kızıl İntikam Ordusu"na karşı mücadele eden bu ekibin kurucusu Azimetmiş. KİO'lardan bahsederken, onlara karşı büyük bir kin ve öfke duyduğu gözlerinden belli oluyordu. Azimet kendi geçmişinden bahsetmese de, KİO'lar hakkında birçok şeyden bahsetmişti. KİO'lar ateş ırkı arasında ortaya çıkmış isyankârlarmış. Normalde toprak ırkına yani insanlara görünmesi yasaklanmış bu KİO ordusu bu yasağı çiğnemiş. Çünkü insanoğluna olan kinleri onları artık sağlıklı düşünemez hale getirmiş. İnsanoğlu yaratıldığında "yaratılmışların en üstünü" olması başta şeytan olmak üzere ateş ırkından da bazılarının binlerce yıldır kaldıramadığı bir şeymiş. Günümüzde de insanoğlunun "yaratılmışların en üstünü" unvanını hak etmediğini düşünmeleri, milliyetçilik yapan ateş ırkından bir grubun toplanıp Kızıl İntikam Ordusu'nu kurmasına sebep olmuş. Bu mahlûklar yüzyıllardır planlar yapmış ve bugün ortaya çıkıp dünya üzerinde gezerek kendi ırkdaşlarını kışkırtarak büyük bir ordu kurmaya başlamışlar.Bilal tüm bunları soluksuz dinliyordu. Kimi zaman tüm bu olağan üstü olayların nasıl gerçek olabileceğini düşünüyordu. Eğer gözleriyle görmeseydi bunlara kesinlikle inanmazdı. Derken sözü Adis denen diğer çocuk aldı. Türkiye'de yaşayan Ermeni bir ailenin çocuğuydu. Ailesi onu Ermeni Apostolik Kilisesi'ne bağlı dini eğitim veren yatılı bir okulda yalnız bırakmıştı. İki sene sonra buradaki ağır eğitime dayanamayan Adis, yurttan kaçıp sokaklarda gezerken Azimetle tanışıp Cezalandırıcılara katılmıştı. Tuhaf bir çocuktu Adis. Yüzü sanki hiç güneş görmemiş gibi bembeyazdı. Koyu mavi ve bomboş bakan gözleri insanın içini ürpertiyordu. Belki de yaşadıkları yüzünden bu hale gelmişti. Gerekmedikçe konuşmuyordu. Ama Adis'in önemli bir özelliği vardı; aldığı eğitim sayesinde bütün kutsal metinleri okuyabiliyor ve bu metinler arasında kurduğu bağlantılar bazen çok işlerine yarıyordu. Önceleri KİO'larla mücadele edebilen tek kişi Azimetmiş, çünkü sadece Azimet'in onlardan aldığını tahmin ettikleri kılıcı KİO'lara zarar verebiliyormuş. Diğer kılıçların KİO'lar üzerinde hiçbir etkisi olmuyormuş. Ama Azimet hiçbir zaman o kılıcı nereden aldığını anlatmamış. Geçmişi gibi, kılıcın esrarını da bir sır gibi saklıyormuş. Bilal biranda elindeki kılıca baktı, KİO'lardan aldığı bu kılıç Bilal'e belki de önemli bir özellik katacaktı. Azimet'in kılıcından sonra Adis kutsal metinleri okurken ateş ırkı ve diğer canlılar üzerde kurduğu hâkimiyetle tanınan Peygamber Süleyman (as)'ı temsil eden yıldızın, yüzyıllardır insanlar tarafından kullanıldığını öğrenmiş. Adis'in yaptığı araştırmada Osmanlı'da bile askerlerin kılıçlarının üstüne, Barbaros Hayrettin Paşa'nın gemisinin yelkenine bu yıldızı nakşettiğini öğrenmişler. Daha sonraları Yahudilerin bu simgeyi Davut Yıldızı şeklinde kullanmasıyla sanki onlara has bir simgeymiş gibi kalmış. Azimet ve Adis Süleyman Yıldızı'nı silahlarının üzerine kazıyıp kullandıklarında KİO'lara zarar verdiklerini keşfetmişler ve kılıç, mızrak, ok, yay gibi eski silahların kullanılması noktasında kendilerini eğitmeye başlamışlar.Ve Sena... Ekibin en küçük üyesi. Sena'yı Süleymaniye taraflarındaki harabe bir evde, sokak çocuklarıyla yaşarken bulmuşlar. Sena'nın doğuştan gelen bazı yetenekleri varmış. Ateş ırkını hissedebiliyor ve görünmez olduklarında bile onları duyabiliyormuş. Sena ile konuşup, ikna edip ekibe katmışlar. Sena kendini ok ve yay kullanma konusunda eğitmiş. Ekibin belki en küçüğü olsa da, en faydalı olanıydı Bilal'e göre. Sarnıç'ta bir bayanın olması düzen açısından çok önemliydi. Ayrıca savaş sırasında Sena'nın KİO'ları görüp, ekibi yönlendirmesi ve uzaktan onları avlaması ekibi çok güçlendiriyordu. Bilal, Sena'ya baktıkça gördüğü rüyayı hatırlıyor ama bunu onlara anlatmalı mı bir türlü karar veremiyordu. Uzun zaman düşündükten sonra tepkilerinin ne olacağını merak ederek rüyasını anlatmaya karar verdi;"Biliyor musunuz, ben bu gece olanları rüyamda görmüştüm..."

AYDINLIK SAVAŞÇISIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin