-4-

34 1 0
                                    

Bilmiyorum Bilal ya, inşallah bir sorun olmaz. Beni de unutmazsın değil mi kardeşim? Yoksa nerede olsan seni bulur, sonra da bir güzel pataklarım tamam mı?-          Tamam, tamam…İkisinin de gözleri dolmuştu. Çok ani bir karardı; kaçmak. Hem Bilal hem de Ebuzer için. Sonra iki sıkı dost, sıkı sıkıya sarıldılar birbirlerine… Bilal’in gözyaşları yanaklarına süzülüyordu… Erkekliklerine yedirebilseler ikisi de hüngür hüngür ağlamak istiyordu. Sonra Ebuzer titrek bir ses tonuyla;-          Başın sıkıştığında beni ara tamam mı? Her zaman yanındayım dostum.-          Sağol kardeşim. Zaten arayabileceğim tek kişisin…Sonra Bilal, Ebuzerlerden çıkıp eve gitti. Eve girdiğinde ne kimse ona, ne o kimseye bir şey dedi. Odasına geçip, kapıyı arkadan kilitledi. Sonra da yatağına sırtüstü yatıp kaçış planı yapmaya başladı: Herkes uyuduktan sonra gitmeliydi fakat herkesin uyuduğundan emin olabilmek için herkes odasına çekildikten bir saat sonra çıkmak daha iyi olacaktı. Ardından kalktı ve eline kalem kağıt alıp yanına alacaklarının bir listesini yaptı. Tam o sırada biri kapıyı zorladı. Bilal kapının kilitli olduğunu unuttuğundan biranda panik olur, defteri ve kalemi yastığın altına sakladı. Kapıdaki annesiydi;-          Oğlum aç kapıyı seninle konuşmam lazım.-          Şu an kimseyle konuşmak istemiyorum.-          Ama çok önemli.-          Umrumda değil!-          Bak şımarıklık yapma aç şu kapıyı.-          Açmayacağım, boşuna uğraşma anne.Aslında annesi özür dileyecekti ama olmadı işte. Biliyor musunuz, Bilal’in anne ve babası aslında Bilal’i çok seviyor, onun için endişeleniyor ve onun iyiliğini istiyorlardı. Fakat bunu nasıl söyleyeceklerini bilmiyor ve hep hata ediyorlardı. Sonuçta annesi Bilal’le konuşup, ondan özür dileyememişti. Konuşabilseydi belki bu hikaye hiç olmayacaktı.Gece 00:30… Çantasındaki eşyaları son bir defa kontrol etti. Tamam, her şey hazırdı. Tam odanın kapısını açacağı sırada biran durakladı. Ailesine bir deva mektubu bile yazmamıştı. Hemen bir kağıt kalem buldu, tam yazmaya başlayacağı sırada vazgeçti. “Ne böyle filmlerdeki gibi…” diye geçirdi içinden. Sonrada kağıda sana şunu yazdı; “Beni Merak Etmeyin..! Zaten etmezsiniz…” Sonra sessizce ayrıldı evden. Dışarı çıkınca garip bir hisle doldu içi. Bir yandan korku, bir yandan heyecan ama tarifsiz bir rahatlama. Sonra yürümeye başladı. Sokak lambalarının aydınlattığı ıssız sokakta onu takip eden tek şey gölgesiydi. Otobüs seferleri çoktan bitmişti… Taksi tutacaktı, fakat önce bir şey yapmalıydı. Mervelerin önünde platonik aşkına, platonik bir veda etmeliydi. Yaklaşık bir saat yürüdükten sonra işte Mervelerin evinin önündeydi. Kim bilir kaç defa buraya kadar takip etmişti Merve’yi… Pencerelerin tam karşısındaki kaldırama oturup düşündü. Kafasından binlerce şey geçiyordu. Arkasında bıraktıkları, başına gelecekler, ümitsiz aşkı Merve… Orada ne kadar zaman oturduğunu hatırlamıyordu, belki de bir saat… Kafası allak bullak olmuştu. “Acaba geri mi dönsem” seçeneğini bile çok düşündü. Ama hayır, devam etmeliydi. Bu düşüncelerle ayağa kalktı ve yolun karşısına geçmek için bir adım attı ki, acı bir fren sesiyle dona kaldı. Kafası o kadar karışıktı ki gelen arabayı bile fark etmemişti. Araba ani frenin etkisiyle bir sağa bir sola savrulup Bilal’e çarptı.Ancak uzaktan gelen siren sesleriyle gözlerini araladı ve o an baygın yerde yattığını anladı. Kim bilir ne kadar zamandır soğuk kaldırımda yatıyordu. Kafasını kaldırdığında herşey etrafında dönüyordu. Ellerini gözlerine götürüp ovuşturdu. Sonra tekrar baktı etrafına… Ona çarpan araba çoktan kaçmıştı. Ve siren sesleri giderek yaklaşıyordu. Kendini zorlayarak ayağa kalktı. Çok bir şeyi yok gibiydi. Kendi kendine “ohh be ucuz atlattık” dedi. Sonra biranda kafasında şimşekler çaktı. Oradan hemen uzaklaşmazsa birazdan polisler gelecek ve onu doğru eve gönderecekti. Hemen buradan kaçmalıydı. Yolun kenarında ormanlık bir alan dikkatini çekti. Halbuki bu orman daha önce hatırlamıyordu. Belki de dikkat etmemişti. Ama bunları düşünecek zaman değildi. Kalktı ve topallayarak ormana doğru koşmaya başladı. Ormanın içinde olabildiğince uzaklaşıp izini kaybettirmeliydi. Karanlık ormanın içinde iyice uzaklaşmıştı ki, arkadan biri ona seslendi;  “İyi misin?”“İyiyim” diye bağırmaya çalıştı ama sesi çıkmıyordu. Sonuçta nefes nefese kalmıştı.  Var gücüyle koşuyordu. Sonunda dayanamayıp yere attı kendi. Sırf üstü uzanmış, derin derin soluyordu. Sararmış nemli yaprakların rutubetli kokusu burnuna geliyordu. Biraz nefesi yerine gelince bacağında şiddetli ağrıyı hissetti. Sol bacağı çok kötüydü ama şükür kanamıyordu. Zorlanarak ayağa kalktı. Arkasına baktığında, kazanın olduğu yerdeki ambulansın ışıkları ağaçların arasından süzülüyordu. Biranda panikledi… Ambulans geldiyse büyük bir ihtimal bir polis ekibi de olay yerindedir. Kalktı ve var gücüyle uzaklaşmaya devam etti. Ama bacağı giderek kötüleşiyordu. Olayın sıcağıyla çok hissetmemişti ama şimdi ağrı iyiden iyiye kendini hissettiriyordu. Uzaklaşabildiği kadar uzaklaştı. Sonra aklına “ben nereye gidiyorum” sorusu takıldı… Yavaşladı… Sessiz olmaya çalışıyordu ama derin derin soluk alışları buna müsaade etmiyordu. Biranda sağ taraftan konuşma sesleri geldi. Hemen yanında olduğu ağacın dibine çöktü ve olabildiğince sessiz bir şekilde beklemeye koyuldu. Kalbi yerinden fırlayacak gibi çarpıyordu. Konuşmaları anlamaya çalıştı ama çok zordu. Sonra yavaş yavaş anlamaya başladı. Biri nefret dolu bir sesle konuşuyordu;“İntikam günü artık çok yakın dostlarım. Ateş ırkı olarak yıllardır ikinci sınıf mahluk muamelesi görmekten bıktık. En şerefli mahluk olmayı bile beceremeyen toprak ırkından hakkımızı alacağız. Bundan böyle biz ateş ırkının onuru için savaşacağız. Yaşasın KİO (Kızıl İntikam Ordusu)!”Bir anda onlarca kişinin sesi yükseldi; “YAŞASIN KİO!!!”.Bilal korka korka ayağa kalktı ve ağacın arkasından titreyerek sesin geldiği yere doğru baktı…“Bu o… Rüyasındaki siyah pelerinli ada….”

AYDINLIK SAVAŞÇISIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin