Nados'un Çağrısı

52 1 0
                                    

Gecenin zifiri karanlığında parlayan bir ışık o kadar dikkatini çekmişti ki, ona doğru ilerlemekten kendini alamadı. Gördüklerine inanamıyordu; yüzü tanınmayacak kadar karanlık, siyah pelerinli bir adamla, karşısında zayıfça bir kız dövüşüyorlardı. Adamın elinde en az yüzü kadar karanlık, kızın elinde ise ay kadar parlak bir kılıç vardı.
Adam adeta ışık hızında, kızın bir önünde bir arkasında beliriyor kılıcına ağır darbeler indiriyordu. Adaletsiz bir dövüştü bu. Kız var gücüyle kılıç darbelerini karşılamaya çalışırken siyah pelerinli adam kılıcını göğe doğru kaldırıp "Hannaasss" diye bağırdıktan sonra yeri sarsacak kadar büyük bir darbe indirdi kızın kılıcına. Kılıç bir anda fırlayıp döne döne Bilal'in önüne düştü. Kız yerde çaresizce, birazdan kendisini öldürecek celladına bakıyordu. Heyecan, korku ve panik içerisindeydi Bilal. Kılıç önünde bir ay gibi parlıyor ve sanki onu çağırıyordu ama siyah pelerinli bu adamla nasıl başa çıkacaktı? Ardından soğuk bir el omzundan tuttu. Nefesi kesilecek gibi oldu, sanki yüzüne yüzlerce iğne batıyordu. Kıpırdayamadı, bir heykel gibi kaskatı kesilmişti. Ve bir ses; "Zaman geldi Bilal... Sıra sende... Toprak ırkının kaderi senin elinde, artık hazırlan" dedi. Bilal kafasını çeviremiyordu ama; "Sen de kimsin?" diyebildi ancak mırıldanarak. Omzunu tutan soğuk elin sahibi; "Ben Nados! Unutma Bilal, her şey senin elinde ve her şey aklının odalarında gizli!" dedi ve bir anda Bilal kendine geldi. Hızla arkasına dönse de sesin sahibi kaybolmuştu.O sırada adam kılıcını kaldırmış kızı öldürmek için son hamlesine hazırlanıyordu. "SİYOMİHASAA!" diye bağırdığında Bilal sesin şiddetinden kulaklarını tıkadı ve biranda etraftan siyah dumanlar kılıcın üzerinde toplanmaya başladı. Bilal o anda yerdeki kılıcı alıp siyah pelerinli adamın üzerine doğru koşmaya başladığı sırada, adam yüzünü çevirip Bilal'le baktı. Göz göze gelmişlerdi. Adamın gözlerinin yerinde alevler vardı...Biranda kan ter içerisinde yatağında buldu kendini. Çok korkmuştu. O kadar korkmuştu ki, elini yorganın altına götürüp kontrol etti. (Neyi kontrol etti??) Sonra da heyecanla saate baktı: "Olamaaz, yine geç kaldım" diye söylendi kendi kendine. Çok gecikmeden annesi belirdi kapıda;"Bir sabah da geç kalmasan şaşırırım. Sen ne kadar tembel bir çocuksun ya. Hadi kalk çabuk, kahvaltı hazırladım, ye de öyle git okula. Aklına bir şeyler girsin..."
Bilal her sabah annesinin aynı yakınmalarını duya duya ezberlemişti artık. Hemen kalkıp hızla üstünü değiştirdi, aynanın karşısında elleriyle saçlarına ufak bir şekil verdikten hemen sofraya geçti. Babası sofraya kurulmuş, çoktan kahvaltısını bitirmişti. Okuma gözlüklerini burnunun ucuna kadar indirmiş, gazetesini masanın kenarına sermiş keyif çayı içiyordu. Bilal mutfağa girince kafasını kaldırdı ve gözlüğün üstünden Bilal'e bakıp; "Annenden şikâyet var Bilal efendi, yine hiç ders çalışmıyormuşsun. Bu gidişle yazdan sonra kaportacı çıraklığı seni bekliyor." Bilal çok sinirlenmişti, sabahın köründe dakika bir gol bir, bütün morali sıfırlanmıştı. Hep aynı şeyle mi korkutmak zorundaydı aileler. Kaportacı!? Arkadaş ne işmiş ki bu, böyle öcü gibi gösteriliyordu. "Yok yok tartışmayacağım." dedi kendi kendine. Sonra da "Ben yemeyeceğim." deyip alıp çantasını çıktı evden. Sorunlardan kurtulmanın yolu bazen de sorunları terk etmekti. Hımm aslında güzel fikir, diye düşündü. Terketmek... Mesela şuradan kanatlanıp uçuversem, uzaklara, çok uzaklara gidip mutlu mesut yaşasam diye düşündü.

AYDINLIK SAVAŞÇISIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin