bölüm iki - 2/3

154 32 51
                                    

ertesi gün çirkin çirkin hastane işlerimi hallediyorum, geçen her saat benim için ızdırap.

dönüşte karşıma hastanenin müdavimi çıkıyor yaşlı bir adam, ismini hiç söylemez bunama var üç yüz otuz üç numaralı odada tedavi görüyor biraz komik söylemesi. üç yüz otuz üç.

"aloha!" diyor bana beni ne zaman görse öyle söyler. o güne kadar anlamını sormuyorum hiç merak da etmiyorum niyeyse, bugün acayip sorasım geliyor birden ama olmaz bizim sümüklüyü bulacağım geç kalmamam lazım.

ben böyle bazen bi şeylere taktım mı takıyorum kafayı. akşamı ediyorum bir şekilde ama aklımda hep o çocuk var, tüm motivem de o. boğulmamı engelliyor iyice yedim kafayı. yarın olacak ve o aynalı yere geri gideceğim, şu sanatçı oğlan da gelecek, evime götüreceğim onu ve bana heykel yapacak. aman ne afilli.

nasıl öyle pazardan iki kilo elma seçiyormuşum gibi konuşuyorum ama, evime gelecekmiş de heykel yapacakmış. peh. pasta yapacak sanki.

olsun pasta da yaparız.

düşününce gerçekten manyak iyi planım ve birden o kadar keyifleniyorum ki bu duruma şöyle bir ıslık tutturuyorum, tanrıya şükür maske takıyorum o yüzden kimse bana ne yapıyor bu dangalak diyemez, zaten dese de çok önemli değil.

afedersiniz yol boyu götüm donuyor ciddi ciddi, maskeyi çıkarıp elime hohluyorum ama bu sefer de burnum üşüyor, vazgeçiyorum. şu hayatta insanın istediği hiç olmuyor zaten.

apgujeong'da durup bir sandviç alıyorum, garip bir şekilde yiyesim geliyor ama sandviçi yanımdan geçen bir çocuğun açık bıraktığı beslenme çantasına tıkıştırıyorum hızlı hızlı. kabul etmek istemesem de bunun o heykelci oğlanla alakası olabilir, nedenini şimdilik sormayın çünkü biraz utanç verici yani kimse yalnızca bir defa gördüğü, üstelik ağlarken gördüğü birine bu kadar yanmaz ama ben hafif biriyim ve bunu sorun etmiyorum.

çünkü bilmiyorsanız söyleyeyim, bu çok önemlidir ve gerçek delikanlılar hep böyle yapar.

velhasıl öyle ya da böyle o aynalı yeri tekrar buluyorum, bu sefer içeride tek tük de olsa insan var, hepsinin kafalarına bakıp heyecanla benim artisti arıyorum, gözüm çıkacak yerinden öyle dikkatliyim ama yok, kimseyi bulamıyorum. ne şapka var ne kenardan fırlayan sevimli kulaklar.

saati söylemedim diye geçiriyorum içimden, saati söylemedim o yüzden belki ya gelmemiştir ya da çoktan gelip gitti ve belki yarın tekrar gelir.

kolumu kıvırıp saate bakıyorum, nasıl bir avare çıktıysam. gerçekten hafif biriyim.

öğlen 2. okulu varsa bitmiş olmalı ama tam günse işler değişir.

keşke ismini sorsaydım diye söyleniyor ve içeriyi turluyorum. vakit burada hiç geçmiyor, acayip bunaltıcı bir yer. çıkacağım, çıkmak istiyorum ama o oğlan gelir de beni bulamazsa çok üzülürüm.

salak mıyım neyim bekliyorum biraz daha. kapının önüne çıkıp bir iki nefes alıyorum. akşam beşe kadar oradayım, ayakta durmaktan bacaklarımda derman kalmıyor, oturacağım bu sefer de millet geziyor engel olmak istemem. tatsız bir durum halim yok.

iplemedi belki düşüncesi içimde galip gelince kalkıp gidiyorum.

iki gün daha geçiyor bu kez evdeyim, annemle oturup dikiş dikmesini izliyorum böyle küçük çocukların çamaşır makinesine kitlenip kaldığı gibi bakakalıyorum ona uzun süre çünkü böyle hiçbir şey yapmadan durmayı çok severim ben. kafamı boşaltıyor.

"leyla" diye dalga geçiyor benimle varmış bende bir haller. nem var nem.

üçüncü gün pazartesi, hastaneye gitmek zorundayım. gidip günümü geçiriyorum 333 de orada, bu kez aloha ne demekmiş öğreniyorum.

aloha! Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin