bölüm beş - mor

65 20 2
                                    

gece biter, sabahlarız, nedir bizi üzen?*

chanyeol saçımı severken eline dolanan tutamlara aval aval bakmaya başlıyor.

tedavim gitgide canımı götürüyor ondan bu dökülmeler. hemencecik kurtuluyorum elinin altından. evimdeyiz yine. onunkine hiç gitmedim. merak etmiyor değilim ama götürmedi işte hiç, soramadım bir daha.

333'ün heykelini bitirmeye çalışıyorum yarın doğum günü. kalakalıyoruz. sanki normal olmadığını seziyor. salak salak gülümsüyorum. konuyu dağıtmam lazım. "dondurma yer misin?"

uyuz herif işte, hiç tınlamıyor. ben istiyorum ki gideceksem bile sessiz sedasız, onu sürekli aynı şeyi düşünmeye mahkum bırakmadan gideyim. kaçabildiğim kadar kaçayım istiyorum. oysa bakışları yüzümden hiç eksilmiyor. heyecandan hıçkırıyorum hatta boğazım düğümlendi çoktan.

"saçın çok dökülüyor." diye söylüyor şüpheli şüpheli. aslında dümdüz söylüyor ama ben öyle anlıyorum. hızlıca geçiştiriyorum ayaklarken. tekrar ediyor.

"biliyorum."

"doktora gittin mi?" sormaya devam ediyor. meraklı melahat.

"sen yemeyeceksen ben kendime koyuyorum."

"ney?"

"dondurma chanyeol, dinlemiyor musun sen beni?"

"nisan daha yeni geldi." kolayca hastalandığımı vurgularken söyleyiveriyor. omuz silkiyorum. delikanlılığım tuttu.

"neticede geldi."

"baekhyun, sen bir şey mi saklıyorsun benden?"

"kim?"

"sen."

"eben. ne alakası var?"

"baekhyun."

yüzündeki ifade bıkkına doğru evrilirken kulağına şak diye bir öpücük bırakıyorum, böyle yapınca gıdıklanıp konuyu unutuyor genelde.

"ben gidip şu dondurmaları alayım."

ismimi tekrarlıyor. sitemli sesine karşı hızlıca bir şeyler söyleyip kapıya yanaşıyorum, iri bedeni karşımda belirdiğinde kalpten gidecekmişim gibi oluyor. deli ulan bu diye geçiriyorum içimden, dışarıdan da la havle çekiyorum ama iki parmağı çenemi kavrayınca küçük dilime kadar yutup sakinleşiyorum hemen.

"tamam, tamam." yanağımı okşayınca titrek bir nefes veriyorum, korkunç iyi görünüyor bu arada. "gittim doktora."

"ne diyor, vitaminin mi eksikmiş?"

"yok, eksiğim yok. fazlam var. taş gibiyim diyorum sana anlamıyorsun."

"ne tatava yapıyorsun o zaman?"

dalgalı söylüyor bunu. gözümdeki telaşı fark edemiyor başta. alnı alnımda. biraz bekliyoruz sessiz.

"hastaneye büyükanneni görmeye gitmiyorsun." diye mırıldanıyor. onay bekliyor belli. emin olsa bile onaylayayım istiyor çünkü bazen böyledir işte. 80'lerin sonunda böyle kıçım kadar ufak bir şehirdeyseniz eğer kimse başına gelen dermansızlığı kabullenmek istemiyor.

bir de komiktir, insan inkar edince gider sanıyor ama hiçbir şeyin gittiği yok. her şey aynı nahoşlukta kalmaya devam ediyor.

başımı sallayıp serçe parmağımı serçe parmağına kenetliyorum hareketim yavaş. "evet, gitmiyorum..." titrek bir nefes veriyorum. "büyükanneme."

bir iki iç çekiyor önce. kafasında bir şeyleri oturtuyor. saçımı öpüyor sonra. öyle yumuşak ki dokunuşu camdan sanıyorum kendimi hatta kuş olup uçacağım. uçmuyorum.

aloha! Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin