Bugün bu evi terkedişinin 10. yılı. Hayır, gün felan saymıyorum. Sadece insan böyle bir yokluğu nasıl unutur ki zaten? 10 yıldır yok oluşumu en derinlerime kadar hissediyorum.
Şuan uyuyorum ama bilincim hala açık. Ne düşünebileceğimi yönlendirebiliyorum. Kaçabildiğim tek yer uykularımdı. Tanrım! Artık sence de fazla değil mi? Uyusam bile bir şey ifade etmiyecek biliyorum çünkü ben zaten düşüncelerimden kaçmak için uyuyorum.
Kalkıyorum yataktan, pijamalarımı değiştirip lise uniformamı giyiyorum. Odamın bodrum katında olmasına her sabah ki gibi bu sabahda lanet ediyorum.
Eğer "3 katlı evinizde kat mı bulamadınız?" diyenler için odamın neden bodrum katında olduğunu açıklıyabilirim. Bodrum katı bana ait çünkü böylece canım(!) babam benim yüzümü daha az görecek. Odamda her şey olduğu için -malesef ki mutfak dışında- salona ve diğer katlara gidemeyeceğim böylece birbirimizi daha az göreceğiz. Bu da daha çok huzur demek.
Merdivenlerden yukarı çıktığımda babamı ve üvey annemi kahvaltı masasında görüyorum. Leyla -malesef ki üvey annem- bana dönerek "günaydın" demesine tahammül ediyorum. Yüzüne boş boş bakmakla yetiniyorum. Hayır! Kırılması ya da üzülmesi umrumda değil. Ben parça parça olurken, haykırışlarımı sessizliğimle örterken o suskun gözlerle beni izliyordu.
Babama bakıyorum daha sonra orada yokmuşum gibi, geldiğimi farketmemiş gibi kahvaltısına devam ediyordu. Mesela bana "günaydın Aryas" dese direk olarak tereddütsüz "günaydın" derim. Hem de yıllardır gerçekten gülmeyi unutmuş dudaklarımla. Ama biliyorum böyle şeyler benim için sadece masallarda olur. Beni hiçbir zaman sevmeyeceğini de biliyorum. O'nun gitmesini ve Gözde'nin ölümünün acısını benden çıkarıyor. Sizce de yanılmıyor mu? O gideli 10sene oluyor ve bunun cezasını NEDEN ben çekiyorum? Veya Gözde öleli 2sene oluyor NEDEN bunun cezasını ben çekiyorum? Anlamıyor musun baba? Annem giderken beni de arkasında bıraktı, ablam öldükten sonra sen beni de toprağa gömdün. Üstelik diri diri.
Kafamdan bu düşünceleri atarak tekrar babama bakıyorum. Sadece kahvaltısını yapıyor bunun yanında Leyla'nın gereksiz ve bir o kadar da aptal sorularına cevap veriyor. Sanki ben orada yokmuşum gibi, sanki görünmezlik pelerini ikinci bir tenim olmuş gibi.
Aradan dakikalar geçiyor. Kafam o kadar dolu ki ben bunu bile anlayamıyorum. Ne kadar acı, insan kendine ne kadar yenik. Kendimi lise yolunda buluyorum. Hafif yağmur atıştırmaya başlıyor. Yağmuru ne kadar seversem seveyim bir o kadar da nefret ediyorum. İronik. Biraz çelişik.
Söve saya sırama oturuyorum. Yemin ederim ki şu siktiğimin hayatında bu kadar aptal insanlarla bir arada kalmaktan nefret ediyorum. Ve bu nefreti iliklerime kadar hissediyorum. Özel okul ya da devlet okulu farketmiyor salak olan her yerde salak. Edebiyat hocası sınıfa giriyor. 1.90 olduğu için bunu her iki cümlesinin arasına övünerek sıkıştırıyor. Ve sırf 1.90 olduğu için kendini bir bok sanan embesil. Evet sadece embesil. Size sıkıcı okul derslerini anlatmayacağım. Aslında bunu çıkarınca geriye anlatacak bir şey de kalmıyor çünkü okulda gerekmediği sürece kimseyle konuşmam. Bazen gerektiği halde de insanların suratlarına tükürürmüşcesine bakarım ama konumuz bu değil. Herneyse okul çıkış zili çalıyor. Çevreme baktığımda birkaç kız kol kola gülerek ayrılıyor sınıftan. Bazıları mesajlaşırız diyip, sarılarak ayrılıyorlar. Hepsinin suratına kezzap atma isteğimi bastıramıyorum. Bir de kendime bakıyorum tek başımayım. Daha sonra kendime hep tek başıma olduğumu hatırlatıyorum. Eşyalarımı toplarken bir yandan da kendimi sorgulamaya başlıyorum. Yaşamak için hiçbir nedenim ve amacım olmadığını farkediyorum. Tüm yol boyunca bir amacımı düşünüyorum. Ama amacım yoktu benim.
Eve geldiğimde evi ölüm sessizliğinde buluyorum. Salondaki kimsenin izlemediği halde 7/24 açık olan televizyon bile kapalı bir şekikde. Odama inerken merdivenlerin başında Leyla'nın el yazısıyla asılı bir not buluyorum. Notta; "bugün Rüzgar dönüyor onu almaya gideceğiz. Dışarıda yemeye karar verdik bunun için Hatice yemek yapmadı. Dışarıdan bir şeyler sipariş et." diyordu. Hadi canım acaba dışarıdan bir şeyler sipariş etmek benim neden aklıma gelmedi diye geçiriyorum içimden.
Eğer annemin bir mezarı olsaydı belki ben de onu ziyarete gidebilirdim. Ama onun mezarı kalbimdeydi. Ve bu mezar kalbimin karanlıklarında sonsuza kadar kalacaktı. Onu asla affetmeyecektim. Hastalandığımda, en mutlu anımda, üzüntümde, ağladığımda beni hep tek başıma bıraktığı için onu affetmeyecektim. Babamı bana düşman ederek bıraktığı için onu asla affetmeyecektim.
Ben bir çıkış yolu ararken ve nedenlerle boğuşurken üst kattan babamın sesini duyuyorum. Rüzgar'la şakalaşıyorlardı. Doğru ya, o benim gibi sevgisiz birisi değildi. O benim dışımda herkese sevgisini verirdi. Ben bunları haketmemiştim. Ama olması gereken er ya da geç oluyor. Artık düşünmem gerektiğine eğer düşünürsem kafayı yemeyeye başlayacağımı farkederek kafamı yastığıma koyuyorum. Tam da o sırada aklımda neon dev bilbourdlarla madem ben acı çekiyorum o zaman herkes acı çekmeli diye bir yazı geçiyor. Daha tam yatağa rahatlıkla yatmamışken tekrar kalkıyorum ve çevremdeki o süper +++ mutlu insanları araştırıyorum. Evet belki kendi acımı engelleyemezdim ama onlara da acıyı yaşattırabilirdim.
Merhabalar! Umarım iyisinizdir. Hikayemi okuduysan lütfen vote verip yorum yaparmısın sevgili okurum. Özellikle yorumlarınız benim için çok önemli. Umarım beğenirsiniz, takipte kalın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ARYAS
Teen Fictionİnsanların beni anlamasını istiyordum. İçimdeki bu kurtlanmış yaraları benim hissettiğim gibi bütün sıcaklığı ile hissetmelerini istiyordum. Ben bu karanlığın içerisine düştüğüm zaman onların da bu cehennemin içerisine düşmelerini istiyordum. Ama o...