Hayat kısa geceler uzun. Ne de güzel söylemiş şair. Çocukluk kadar çabuk geçen günler ve sonu gelmeyen geceler. Seher vaktiydi. Güneş daha yeni göz ucuyla dünyaya bakarken Korel gözlerini açmaya başladı. Etrafına baktı. Belli belirsiz nesneler, tanımadığı bir koku ve başında tarif edilmeyen bir acı. Biraz daha kendine geldikten sonra bu yabancı yerin ona ait olan ev olmadığını anladı. Ayağa kalkmaya çalışırken kolundaki serum buna engel oldu. Sağ elini kaldırmaya yeltenirken de üzerin de ona ait olmayan bir el hisseti. Kalbi hızla çarpmaya başlamıştı. Sonra birden yere düştüğünü ve kafasını vurduğunu hatırladı. Az sonrada güneş ışıkları artık pencereden izinsiz odaya dalmıştı. Bu duruma baya kızan Korel "Ne diye izin almıyor ki" dedi. "istemiyorum seni" cümlesi bütün odayı kaplamıştı. Biraz sesiz çığlıklar ile yükselen Korel in kükreyişi az sonra dinmişti. Hala sağ elindeki ele bakmaktan çekiniyordu. Korkuyordu. Bir anlık bir cesaret ve cüretle sağına bakınca. Bir bebek masumiyetiyle yatan Payiz'i gördü.
"Ne kadarda güzel uyuyor, ne kadarda güven veriyor. Keşke hep bu manzarayı izlesem." dedikten hemen sonra Payiz şu cümleyi ekledi:" Yapma! Sen yakarsın ben yanarım. " Sonra yavaşça başını kaldırıp :" Nasıl hissediyorsun kendini? " Bu olay karşısında Korel utancından tek bir cümle bile sarf etmemişti. Sadece ürkek bir ceylan edasıyla :" Evet". dedi. Ortam sanki sessizliğe gömülmek için fırsat kolluyordu ve nihayet yine ikisi de sessizliğe gömülmüştü. İkisi de birbirinin gözlerinin içine bakıyorlardı. Ellerinin iç içe olduğunu bilmelerine rağmen nasıl izah edeceklerini bilmedikleri için sessizliğe güveniyordu ikisi de. Aniden esen rüzgar Payiz ' in kolyesini hareket ettirmişti. Bununla birlikte Payiz de kendine gelmişti ve tek bir kelime bile etmeden odadan usulca çekip gitti.
Korel Payiz'in gidişini izlerken yüreğinden de kaybolan fakat bir o kadarda biriken duyguların tesiri altındaydı. Çok şaşırmıştı. Gerçi sadece o da değil. Bizi her zaman görüp gözetleyen., ezelden beri yaratılan ve sona kadar yaşayan ZAMAN bile ne yapacağını bilmiyordu. Öyle ki kendisine şu soruyu soruyordu :" Tamam mı devam mı?"
Çok etkili değil mi!? Düşünsenize 9 milyara karşılık gelen insan nüfusunu takmayan deli bir adam. Sıradan bir hayat sürme çabasında iken doğanın en büyük varlığı olan zamanı etkiliyor. Bazı insanların büyüklüğü küçüklüğünde saklıdır. Nihayetinde zamanda Payiz' den etkilenmişti ve onun gibi usulca akmaya başladı. Tek fark zaman koca bir evreni geride bırakırken Payiz ise sadece şu cümleyi geride bırakmıştı: "Yapma ikimizde yanarız. Sen yakarsın ben yanarım." Acaba hangisi daha büyük. Neyse bununda bir cevabı yok. Bu soruda geride bıraktığımız insanlar gibi tarihin tozlu raflarında ölmeye mahkum.....
Ertesi günün ortalarıydı .Ufak bir kapı sesi ve ardından beyaz kıyafetleriyle içeriye bir hemşire girdi. Korel de yastıktan kafasını kaldırırken gözleri Payiz'i arıyordu. Daha doğrusu o masmavi gözleri arıyordu. Bu arayış hemşirenin:" Kendinizi nasıl hissediyorsunuz." sorusuyla son bulmuştu. Gözlerini kapatıp cevap veren Korel :" Biraz başım ağrıyor. Onun dışında iyiyim ." dedi ve bunları ekledi ." Ne zaman taburcu edeceksiniz beni . Bu dört duvar ve acı veren hastane kokusu beni daha çok rahatsız ediyor." dedi. Hemşirenin yüzünde ufak bir tebbesum oluşurken içeriye Payiz ay gibi odaya misafir olmuştu bile. Önce Koreli süzüp sonra da hemşireye dönüp : Doktorla konuştum. Serum bittiyse çıkabilirsiniz". dedi. "Hem bu hastanenin acı kokusu beni çok rahatsız etmeye başladı ." dedikten hemen sonra birden bir kahkaha koptu. Payiz olanı anlamaya çalışırken Korel de gülmeye başladı.
Hemşire : "Kusura bakmayın sizden hemen önce hanımefendi de aynı cümleyi kurdu. O yüzden kendimi tutamadım. "dedi. Payiz'in sert bakışları altında Korel toparlanmaya başladı. Payiz odadan çıkarken hemşireye eğilip şu cümleleri sarf etti : " Hastanenin acı kokusu derken. İlaç yada herhangi bir suni kokudan bahsetmiyorum. Asıl dile getirmek istediğim; acıdan ve çaresizlikten etrafta uçuşan gerçek kokulardan bahsediyorum. Hem hiç bir dini mabet hastane duvarları kadar bu denli gerçekçi feryatlar duymadı. Gerçi nerden bileceksin. "dedi ve odadan Korel ile beraber çıktı. Olaylar karşısında afallayan hemşire adeta soğuk bir tokat yemişti. Ne demek istemişti. Gerçek koku derken neyden bahsediyordu ? Bu sorular arasında çırpınırken . Kendisini bahçede dolaşırken bulmuştu. Cebinden çıkardığı sigarayı yaktıktan sonra aklına şu soru gelmişti ."Adamın adı Payiz'di ama kadın ona Zemheri diye hitap ediyordu. Ne değişik bir çift." dedi . Sigaradan son bir kez ciğerlerine dumanı çektikten sonra tekrar işinin başına döndü.
Hastaneden ayrılan ikili yol boyunca çıt çıkartmamışlardı. Sadece Korel yolu tarif ederken sükûneti bozuyordu. Ardından ikisi de sessizliğe gömülüyordu. Korel hava almak için camı açtığında Payiz'in yine ruhu yere düşen cam bardak gibi paramparça olmuştu. Elleri titremeye başlayan Payiz aracı dik yamacı olan deniz kenarına sürmüştü. Korel'in: Yanlış yola saptın. Buradan değil. Alooooo!" haykırışları nafileydi. Payiz çoktan yine o meşru, o acımasız kokuyu ciğerlerine çekip ruhuna ekmişti. Arabadan hızla uzaklaşan Payiz kendisini uçurumun ucunda bulmuştu.
Denizin o tuzlu kokusunu rüzgâr, Payiz'in bedenine ruhuna işlerken sanki az önceki kokuyu ondan söküp atmak istiyordu ama nafile. Kalbe düşen kor yakmadan, kül etmeden sönmeyecekti. Yüreğine düşen kor nedeniyle acı dolu haykırışları denize dökerken ,bir türlü sakinleşmeyen Payiz ,aksine deli dalgalar gibi daha da hırçınlaşmış daha da coşkulanmıştı. Bastırılan duygular tek tek isyan bayrağını çekip karşı çıkıyordu Payiz e. Yine büyük bir savaş veriyordu kendi içinde. Bir taraftan yaşadığı bütün acılara rağmen halen duyguları savunan KALP. Diğer taraftan ise çektiği bunca acıları hakketmediğini düşünen AKIL. Bu şiddetli savaş devam ederken Payiz oracıkta yere yığılmıştı. Elinden bir şey gelmiyordu. Bir erkeği aciz görmek istiyorsan ağladığını zaman yanında ol. Çünkü hiçbir erkek acıdan dolayı ağlamaz sadece çaresizlikten ağlar.
Sert esen kış rüzgârı yağmur bulutlarını bu acımasız savaş alanına davet etmişti. Tekrar tekrar ve tekrardan yağmur. Her seferinde Payiz'e eşlik eden yağmur bu seferde yalnız bırakmamıştı. Yarı baygın yerde yatarken bilincini yavaş yavaş kaybediyordu. Hırçın dalgalar bu denli acı çeken adamı sarmak istercesine kayalıklara vururken ,rüzgar bulutların gözyaşlarını taşıyıp Payizin saçlarını naif bir şekilde okşuyordu. Bu karmaşık duygular arasında, Payiz son bir güçle dilinden denize bu zehir kokan cümleyi akıttı:" AYRILIKTA İNSANLIK SUÇUDUR. BU YÜZDEN KİMSE MASUM DEĞİLDİR..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
payiz
Teen Fictionaslında hayatın tek gerçek tarafı ölüm ve ölümden hemen öncesi. Peki ya hayatın geri kalanı bi önemi yokmu..?