Sabahın ilk ışıklarıydı güneş tüm ihtişamı ile dünyaya hüküm sürmek için kendisini gösteriyordu. Ah şu zavallı insanlara ki güneşi karanlıktan kurtaran bir kahraman gibi görüyorlar. Ama bilmiyorlar ki asıl kahraman gecedir. Gündüz ağlayamazsın, haykıramazsın, sevemezsin. Yani gerçek duyguları gündüz yaşayamazken gece sana bunları altın tepside sunuyor. Sunuyor sunmasına da gelde sağır birine muzikini güzelliğinden bahset. Güneş, diktatörlük ile kurduğu imparatorluğuna yeni kalpler ,yeni bedenler eklemişti . Çok az kişi bu diktatöre karşı çıkıyordu ,zaten onlarda gündüz ölür, gece yaşarlar.
Geceyle birlikte yağan yağmur, yine geceyle birlikte yolculuğuna devam ediyordu. Ardında ıslak yüzler ,acı ruhlar bırakmıştı. Payiz gece yağan yağmurdan en fazla nasibini alan kişiydi. Halen acı ve nefretin kavgasını taşıyordu ruhunda. Yüzünde ise annesinin sıcak dudakları vardı. Sanki bu süre zarfında o dudaklar Payiz'i hiç terk etmemişti. Gözlerini açtı ve odasının tavanı izlemeye başladı. Az sonra kafasını sağa çevirdi ve takvimi gördü. 22 Aralığın üstü çizilmişti ve ipler yine kopmaya başlamıştı.
Payiz:
"Dur! Dur! Ben dün gece dışarýdaydım. Ne zaman geldim buraya. Kıyafetlerimi kim değiştirdi?" dedi. Her zaman ki gibi bir cevap beklemiyordu ama tam o esnada odasını kapısı tıklatıldı. Payiz hayretler içindeydi ve dedi ki" Acaba yine rüya ve gerçekliği birbiriyle mi karıştırıyorum. Evimde kimsenin olmaması lazım." dedi. Bu esnada elini boynuna götürüp kolyesine dokundu ve anladı ki rüya değil . Gerçeğin ta kendisi. Payiz kendi kendine bir totem oluşturmuştu. Sürekli hayal ve rüya aleminde olduğu için bu kolye onu bu dünyaya bağlayan yaşam ipini simgeliyordu. Az sonra çok naif bir ses duydu.:"Müsaitseniz içeri giriyorum." Odaya elinde acı ve mutluluğu taşıyan bir kadın girdi. Acaba hangi tarafı uzatacaktı? Ardından ise annesinin arkasından koşan bir yavru ceylan gibi o meşru koku kovalıyordu. Payiz yine düş ile gerçeklik arasında tam seyahat edecekti ki, bu sefer gücü kalmamıştı. Dünün etkisini tüm bedeninde hissediyordu. Sanırım bu defa kaçamıyacaktı. Kalbe düşen acıyı yaşamaktan başka çaresi yoktu. Başta kadını hatırlamayan Payiz artık kokusundan kim olduğunu anlamıştı. Bu esnada Korel sadece içeri girerken izin almıştı. Az sonra Payiz'in dibinde bitmişti. Ve şöyle dedi:" Beni hatırladınız mı? Hani dün gelmiştim. Adım Korel. Hatırladınız de mı?" dedi. Payiz ise şöyle dedi:" Bana adını söylemen kifayetsiz. Çünkü herkes seni adınla bilebilir ama ben seni kokunla biliyorum." Meraklı bakışlarla gömmüyordu ama bu sefer gökyüzünü Payiz'in başına çökertiyordu.
Korel:
"Ne demek istemişti? Ne kokusu? Sapık mı ne?" Biraz geri çekilmeye başlamıştı ama sanki dahada yakınlaşıyordu Payiz'e. Korel adeta bir ateş topuydu. Payiz ise tam anlamıyla buz dağıydı. Ateş ve buz ne kadar da klişe. Ne kadar da sıradan ama öyleydi. Neden ama. İşte öyleydi. Başka hiçbir vasıf bu ikisini karşılayamazdı.
Payiz:
"Beni kim getirdi buraya? Hem kıyafetlerimi kim değiştirdi? En son ruhumu teslim ediyordum. Azrail ile son defa aynı masada kadeh tokuşturuyordum." dedi. Korel derin bir nefes aldı çünkü annesinden izinsiz sanki bir bardağı kırmış gibiydi.
" Şey, aslında sizi dün öyle yerde baygın görünce dayanamadım. Bende sizi içeri taşıdım. Kıyafetlerinize gelince sadece üstünüzü değiştirdim. Islak kıyafetlerle hasta olursunuz diye düşündüm." dedi. Payiz Korel'e tekrar baktı ve üzerinde kendi gömleğini gördü. Muhtemelen o da dün ki yağmurdan nasibini almıştı. Zaten hangi mahluk göz yaşlarına boğulmadan yüzmeyi öğrenecekti ki. Ne acı denizde mahsur kalan denizciler susuzluğa dayanamayıp deniz suyu içtiklerinde daha da susuyorlar. Daha da ihtiyaç duyuyorlar taki bedenleri dayanamayıp savaşmayı bırakana kadar... Şimdi denizci Payiz deniz suyu ise Korel...
Payiz yataktan kalktı ve doğruca aynaya doğru yürümeye başladı. Tam otuz iki gündür aynaya bakamıyordu. Gerçi her yıl doğum gününu içine alan 40 gün aynaya hiç bakamıyordu. Sadece aynaya da değil ;yüzüne, kalbine, bedenine ve insanlara hiçbir şeye bakmıyordu.
Baktığı tek şey annesinin onu nasıl bırakıp gittiği anısıydı. Kırk gün boyunca sadece buna bakıyor, buna kızıyor, buna sarılıyordu. Aynaya bakmaya devam ediyordu . Her yıl daha da yok oluyordu. Her yıl daha da eriyordu. Birden Payiz'in dizilerindeki bağ çözüldü ve yere doğru bedeni kendini salıverdi. Payiz artık yere düşmeyi dert etmiyordu. Bir önemi de yoktu. Olmayacaktı da. Tek korkusu ve ayrıca en büyük merakı ne zaman ayağa kalkamıyacağıydı. Yere düşmemek için hiçbir çaba göstermiyordu. Kabullenmişti. Yüzmekten bıkmış balık gibiydi. Sanki yapabileceği başka bir şey varmış gibi? Nasıl olsa her defasında hayata ve çekip giden insanlara inat ayağa kalkacaktı. Zaten umut denilen varlığı hiçbir zaman tanımadı. İnadıyla yaşıyordu. Kalkacaktı, Kalkacaktı ki kime karşı olduklarını göstermek için. Bedeni düşmeye tam yeltenirken Korel bir dolunay gibi ufuktan Payiz'e göründü. Payizi tutarak yere düşmesini engelledi. Payiz korkunç bir ifadeyle " Ne hakla bana dokunursun? Niye yere düşmeme izin vermedin.? Zaten eninde sonunda yere düşeceğim. Bunu ertelemeye hakkın yok. Zaman akıp geçtikçe bu gün düşmediğim için daha sert düþücem ."dedi. Korel bu acı ama haklı haykırışı görmezlikten gelmişti.
"Kim olduğunuzu ve ne yaşadığınızı bilmiyorum? Ama düşmenize izin veremem. Kişisel olarak algılamayın bu da benim hayat felsefem." dedi. Az sonra Payiz Korel'in
kucağında bayılmıştı. Korel de rahatsız etmemek için yere oturmuştu. Korel odanın içinde Payiz ise Korel'in içinde uyuya kalmıştı. Ortalık sessizliğe gömülmüştü. Everen bile ikisinin yalnız kalmasını istiyordu sanki . Öyle ki rüzgâr bile bülbüle kulak kesilmiş gül gibi suskundu. Rüzgârda biliyordu ikisinin acılarını. Belki birbirlerinin yaralarını sarar umuduyla kendini içerden kilitlemişti. Keşke herkes rüzgâr kadar ince ruhlu olsaydı. Insanalar ,ah şu insanların çoğu bırak yarayı sarmayı; yeni yaralar açmak için her gün ruhlarından parçalar koparıyorlar. Ama nerden bilecekeler.
Başkalarının yaralarýna basıp sözde ulaşmak istedikleri zirveye çıkmaya çalışıyorlar. Zavallılar. Acizler. Küçük ve sıradanlar. Etrafta ikisinin kalp sesleri tek vardı. Ayrıca Payiz ile Korel'in nefesi öyle birbiriyle harmanlanmıştı ki adeta aynı ağýzdan ayın ciğerden nefes alıyorlardı. Bu bir o kadar güzel bir o kadarda zalim sessizliği Payiz'in :Senden nefret ediyorum anne." çığlığı bozmuştu. Korel'in korkusu tarif edilmeyecek düzeydeydi. Korkunun da verdiği heycanla bağırarak:" Ne oluyoruz ? Ne diye bağırıyorsunuz? Delimisiniz ne? dedi. Payiz gözlerini açtığında kendisine bakan iki zifiri karanlık göz gördü. Karanlık ama en parlak yıldızdan bile daha parlaktı. Korel'in nefesini yüzünde hisseden Payiz adeta daha önce hiç yolculuk yapmadığı bir dünyaya adım atmıştı. Bilinmezliğin verdiği acı , merakın verdiği heycanı yaşıyordu benliğinde. Hangisi daha ağır basacaktı acaba? Ya saçları sanki darağacının ipleri gibi Payiz'in boynuna dolanmıştı. Her darağacı insanı öldürürmü? Ya da sadece idam cezasına çarptıranalar mı darağacına gider? Belki darağacý yaşam ipinin koptuğu değil de düğümlendiği yerdir. Ölüm. Ölüm aslında yaşantının yaşına ağır gelmesi değil midir? Bu noktadan sonra da zaten hiçbir şeyin öneminin olmadığını zor yoldan öğreniyorsun. İşte tam o sırada yani darağacın ipinin kopması esnasında yeni ipler ilmek ilmek düğümlenmeye başlıyor.
Korel hemen dizini Payiz'in başından çekti. Payiz de daldığı düş diyarından dönüş biletini alıp yola koyulmuştu bile . Az sonra da dönmüştü zaten. Korel'in de korkusu geçmişti ." Kusura bakmayın az önce size de bağırdım ama çok korktum ."
"Bir önemi yok . Benim acizliğimdi zaten. Keşke insan dünyada olduğu gibi rüyalarını da kontrol edebilseydi.
O zaman uyuduğun da en azından istemediği hiç kimseyi görmezdi demi?" Korel'e bu ansızın yönlendirilen soru karşısında biraz afallamıştı. Korka bir şekilde " Söyledikleriniz hoş ama bu sadece kaçmak değil mi. Ayrıca her şeyi kontrol edebilseydik ne önemi kalırdı ki hayatın. Yaşamanın asıl haz veren tarafı kontrolümüz dışında gerçekleşen tarafları." dedi. Payiz Korel'in yüzüne baktı sanki az da olsa Korel'i ciddiye almış gibiydi.
"Daha çok yolun var küçüğüm" diye Korel'e karşılık verdi. Korel kendisini hem mecazen hem de gerçekten küçük gören bu adamı iyice merak etmişti.
" Pardon ama siz kimsiniz . Niye bu kadar insanlardan nefret ediyorsunuz.?" dedi Korel.
Payiz bu cüretkâr soruları daha önce de duymuştu. O yüzden sorular sanki hiç Payiz'e ulaşmamıştı. "Sana cevap vermek zorunda değilim ama adım Zemheri. Ayrıca yerini bilmende fayda var. Çünkü daha önce çarptığını hiçbir duvara benzemem. Senide de ezmek istemiyorum. Gerçi bunun için herhangi bir şey hissedeceğimi düşünmüyorum ama beni dün eve taşımışsın. Ne kadar da senden böyle bir şey istemesem de . " dedi . Yine ortam sessizliğe kucak açmıştı. Bu sefer sessizliği Korel bozma cesaretinde bulundu." Affedersiniz, biliyorum sorduğum soruların ne kadar kaba olduğunu. Ama sizin durumunuz tamamıyla psikolojik sorunlar yüzünden değil mi? Bir nevi hastalık gibi." Payiz aşağılayıcı bir sırıtmayla;" Daha çok yolun var küçüğüm." dedi. Yine sert esmişti Payiz.
Korel'in o tatlı ve bi o kadarda ciddi yüzü adeta kaya kadar sertleşmişti." Neyse ,Payiz Bey dün gelecekti dediniz ama gelmedi. Ayrıca gelmeyecekti de ne diye bana yalan söylediniz?"dedi. "Bilmiyorum ki onun sağı solu belli olmaz. Hem neden bu kadar Payiz'i görmek istiyorsun? Psikoloji öğrencisinin Payiz ile ne işi olabilir ki ? dedi.
Korel yine kendini dizginleyerek
"Yıllık proje ödevim için. Payiz Beyin son yazdığı kitap hakkında olacak elbette ki." dedi. Payiz'in yüzünde hafif ama büyük bir tebessüm kendini gösterdi. Korel şaşkın bakışlarla yine Payiz'e bakmaya başladı. Kendi kendine "Niye bu adamı anlayamıyorum. Bide insanları anlamak için tam bir yıl fazladan çalışma yapmıştım. Bu karmaşık bir o kadar da basit olan adam da kim?"
Payiz:"Akşama gelir . Eğer o da kabul ederse konuşursunuz ama pek ümitlenmeyin." dedi ve kapıyı gösterdi. Korel üzerindeki gömleği az sonra başka oda da değiştirip bahçede görünmüştü. Payiz de duşa girmişti ve öğle yemeği için mutfağa indi.
"Sende gördün mü? Payiz'i görmek istiyormuş. Aslında bir insan olmasına rağmen fena değil.
Niye mi akşama gelir dedim. Şeyy...
Hayır tabiki de onu bir daha görmek için öyle bir şey yapmadım.
Sadece o kokuyu bir daha içime çekmek için..."
Korel evine varmıştı. Aklında ve bedeninde dünün izleri vardı. Tabi ki en büyük etki ise Zemheri'ye aitti.
Sadece adı bile Korel'i derinden sarsmıştı. Korel de önce duşa girdi sonrada dışardan yemek söyledi. Yemeği beklerken Zemheri ismini araştırmaya başladı. Ýnternetten ,kitaplardan ve ansiklopediden. Bulduğu sonuçlar arasında şunlar belirgin bir şekilde kendini gösteriyordu .Zemheri; "karakış"," islam dininde soğuk cehennem"...Ayrıca Arapça da "erbaindir" anlamı. Zemheri ; en şiddetli kış demek. 22 Aralıkta başlayıp yaklaşık kırk gün sürüyormuş. Korel bu okuduları karşısında adeta donmuştu. Öyle ki kapı zili çalmasına rağmen duymuyordu. Yaklaşık iki dakika sonra kendine gelen Korel hemen aşağıya indi ve yemeğini aldı. Aldı alamsına da iştahı kaçmıştı.
"Demek ki bu adam bu yüzden bu kadar harap ve bitap durumdaydı. Çünkü karakışını yaşıyordu. Ama oturmayan bazı şeyler var. Mesela 22 Aralıkta karakış başlamasına rağmen bu adam sanki önceden başlamıştı bu kışı yaşamaya. Ama neden? Ayrıca dün gece neden dışarıda yağmurda tek başınaydı? Yağmuru sevdiğinden değil . Çünkü dün yağmura alışılmadık anlamalar yüklemişti. Hatta nefret ettiğini bile haykırmıştı. Bide annesi vardı demi? Annesinden de bahsederken başta çok nazik ve kibardı . Ardından hırçın bir su gibi etrafa haykırdı ve 'Senden nefret ediyorum anne' dedi. Nasıl bu kadar büyük bir sevgiyi ve öfkeyi bu kadar kısa bir sürede aynı beden de yaşayabiliyor?" Korel bu kadar soru işareti arasında adeta boğuluyordu. Bir cevap bir cevap istiyordu. Öyle ki bir cevap ona çölde bir yudum su gibi gelecekti. Ama yoktu. Kafayı yiyecekti ve neden bu kadar bu adama taktığını düşünüyordu. Adını bile ağzına almaktan çekindiği bu zatta kimdi.
Saat öğleden sonra beşi gösteriyordu. Bir tarafta zamanın nasıl geçtiğini bilmeyen Payiz bir taraftan da akşam olmasını sabırsızlıkla bekleyen Korel.
Ne garip zamanın göreceli olmadığını savunan bazı bilim insanları varmış. Peki bu yaşanılan şey göreceli değil mi? Bazen öyle bir zaman gelir ki o anın hiç bitmemesi için kendimizi paralıyoruz. Bazen de öyle bir an gelir ki her saniyesi bin yılmış gibi gelir. Ve her iki durumda da Allah'a dua ederiz. Peki kimin duası kabul olacak? Zamanı geçmemesi için dua eden kişi mi? Yoksa geçsin diye ağlayan kişinin mi duası kabul olur?
Aslında doğru cevap diye bir şey yok bu durumda . Çünkü ikisi de verilen zamanı kurallarına göre yaşamak zorundadırlar. Payiz saatin nasıl geçtiğini bilmiyordu. Tek bildiği sözde kahramanın yeni göz yaşlarına umut olmaya gittiğini biliyordu. Bu esnada kendini kitabını yazarken bulmuştu.
"Biliyor musun kitaptaki her bir kelimeyi yerleştirirken adeta bir uçurumun kenarında tahta ve halattan asma bir köprüde yürüyormuş gibi temkinli olacaksın. Attığın her adımda halatın kopacağını yahut tahtalardan birinin kırılacağını bilmelisin . İste bu yüzdendir ki benim için yazar; akıncıdýr. Kimsenin daha önce gitmediği yerleri göstermek elbette yazarın görevlerinden biridir. Ancak asıl görevi: daha önce gidilmeyen yerleri güvenli bir rota çizerek okuyucuya sunmaktır. Aksi takdirde okuyucu o uçurumdan düşer ve kaybolur." dedi boynundaki kolyeye. Gölgesi ve kolyesi. Sadece bunlarla sürekli konuşuyordu. Etrafında onca insan olup yanlızlaşmak ;acaba acı mı? Yoksa mutluluk mu? Bunun cevabını hayatı boyunca merak eden Payiz bir türlü mâkul bir cevap alamadý. Çok kolay bir soruydu ama cevabı yoktu...
Payiz kitabının ikinci bölümünden sadece ufak bir parçasını kendine almıştý. Geri kalanýný okuyucuya ve hediye etmiþti. Şöyle diyordu satır başında
"Kolaylıklar içinde kolay gelsin diyorum size. İnşallah rast gelmezsiniz kolaylığın zor yerine."
Payiz eski bir müzik notasını duyar gibi oldu sanki. Ama değildi çünkü bu kapı zilinin sesiydi.
"Artık yeter!!! Ne istiyorsunuz benden? Rahat bırakın artık. " diye söylenerek kapıya doğru yöneldi. Tam kapıyı açmak üzereyken kalbinde tarifsiz bir acı hisseti. Olduğu yere düşüverdi. Kalbinde acı kulağında ise ısrarla çalan kapı zili..
"Gidin başımdan!!!"diye haykırdı. Biraz sonra acıda dinmişti ,kapı zilide sükunete kavuşmuştu nihayet. Payiz olduğu yerden kalkıp odasına doğru yol aldı. Merdivenleri tek tek çıkarken arkadan birileri sanki Payiz'i geri çekiyordu. Her gün çıktığı bu merdivenelrin neyi vardı. Bu sefer düşmanca bir tavır sergiliyordu Payiz'e karşı. Üzerine basılmayı mı istemiyirdu yoksa yukarı çıkmasını mı istemiyordu? Payiz " Söyle bakalım senin derdin ne? Ne diye bana karşı tavır aldın? Bırakta odama geçebilyim."dedi. Ama merdivenlerin geri adım atacak bir hali yoktu. Bir şeyler anlatmaya çalışırcasına sesler çıkarmaya başlamıştı yine. Bu arada zaman ;nefretin insanlar arasında yayılma hızında daha hızlı bir şekilde geçmişti. Payiz saate baktı ve saat 23 :57 geçiyordu. Yeni bir güne üç dakikadan az zaman kalmıştı. Sanki bir önemi varmış gibi! Tabi bu süre zarfı içinde halen merdivenlerin ne dediğini düşünüyordu. Ama bir sonuca varamamıştı. Merdivenlerde artık pes etmişti. Onlarda sessizliğe gömülürken Payiz nihayet odasına varabilmişti. Saat 00:00 gösteriyordu. Odayı biraz havalandırmak için pencereyi açmaya yeltenirken Payiz. Bahçede insanı anımsatan bir karartı gördü." Bu ne ? Insan mı? Benim bahçemde ne işi var ?"dedi. Zihni bu sorular arasında dolaşırken bedeni çoktan bahçeye varmıştı. Payiz kendi kendine" Bak sen. Az önce merdivenleri çıkmak istemeyen bedenimede bak. Bahçeye ne de çabuk geldi. " Bahçede bankta oturan birini artık net gören Payiz ,meraklar içinde yanına gitti. "Hey! Alo! Burada olmamalısın. Zaten havalarda insanalar kadar soğuk." dedi. Dedi demesinede, çıt çıkmıyordu . Rüzagar aniden ters esmişti. Payiz'in ruhuda ters esmeye başlamıştı. Çünkü iki gündür hissetiği kokuyu tekrar hissetmişti. Bu Koreldi. Biraz daha yaklaşma cesaretini kendinde bulan Payiz iyice yaklaşmıştı Korel'e. Uyuyordu ve tirtir titriyordu. Soğuk esen bu akasya ağacının altında iyice üşümüştü. Payiz:" Sanırım merdivenlerin ne demek istediğini anlıyorum. Bu kızın kapıda olduğunu biliyordu . Ama ben hiçbir şey anlamadım her zamanki gibi. Yani kıza üzüldüğümden değil sonuçta bu onun tercihi ,bunca zaman beni kitaplarıma taşıyan merdivenelrimi anlamadığıma üzüldüm."dedi ve Korel'i sırtlayıp eve taşımaya başladı.
Yine ikiside zifiri karanlıkta bir araya
gelmişlerdi. Ne ironik. Dün gece Korel Payiz'i taşıyordu bu gün ise Payiz Korel'i taşıyor. Çoğu insan ayıkken kaynaşır ama içindeki küçük adamı öldüren büyük insanaların kaynaşması için ayık olmaması lazım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
payiz
Teen Fictionaslında hayatın tek gerçek tarafı ölüm ve ölümden hemen öncesi. Peki ya hayatın geri kalanı bi önemi yokmu..?