Chan, kampüsün girişinde beklerken oldukça heyecanlıydı. Sonunda, Bambam ve Yugyeom'u görecekti, gerçekten çok uzun zaman olmuştu.
Onlarla sabah telefonda konuşmuştu, gidip karakolun önünde bekleyebileceğini söylemişti. Böylece okula birlikte gelebilirlerdi fakat Yugyeom okulda görüşmelerinin daha mantıklı olacağını düşünüyordu. Bu yüzden sabah erkenden okula gelip beklemeye başlamıştı Chan. Diğerleri de birazdan gelirlerdi.
"Chan!" Hera'nın neşeli sesini duyması ile ona döndü Chan, el salladı yanına gelene kadar, "Günaydın."
"Günaydın. Bambam ile Yugyeom'u mu bekliyorsun?"
Chan, hevesle kafasını salladı.
"Nihayet dönüyorlar, çok heyecanlıyım."Hera, gülümsedi.
"Senin sayende.""Hepimizin sayesinde." diye düzeltti Chan onu. Bu, Hera'yı daha çok gülümsetmişti. Usulca kafasını salladı.
"Şey... Evdeyken bana bir şey sormuştun... Hafta sonu görüşmek için." diye hafif utanarak konuştu Hera. Chan, uzun zamandır Hera'ya açılmak için planlar yaptığını ve ondan hafta sonunu isteğini hatırladı. Nasıl da aklından çıkmıştı?
"Doğru... Hera, onu başka bir güne ertelesek? Çocuklar yeni çıktı hapisten, şimdi onlara ayıp olur sonuçta o kadar uzun zaman oldu. Soracakları şeyler olur muhtemelen. Müsait olduğun bir zamanda yine konuşalım, hm?"
Hera'nın gülümseyişi yavaşça soldu. İster istemez morali bozulmuştu tabii.
"O-olur. Zaten benim de işlerim vardı bu hafta sonu, onu söylemek için şey etmiştim... Neyse, sonra görüşürüz."
Hera, binaya doğru ilerlemek için bir adım atınca Chan hemen bileğinden yakaladı, "Seni kırdım mı? Ben gerçekten-"
"Hayır, ne kırması? Bir sorun yok, haberleşiriz yine." bozulduğunu belli etmemeye çalışarak yalandan bir tebessüm sundu ve bileğini kurtarıp oradan uzaklaştı Hera. Chan ikna olmamıştı ama Hera'nın da üstüne gitmek istemiyordu. Zaten o gittikten hemen sonra kulağında Bambam'in sesi yankılandı.
"Lan Avustralya kaçağı!"
Ona böyle seslenen tek bir kişi vardı ve bunu duymayalı uzun zaman olmuştu. Chan, kendisine yaklaşan Bambam ile Yugyeom'a döndü ve aradaki mesafeyi kapatıp sıkıca sarıldı ikisine de. İkili kahkaha atarken, Chan'ın da gülüşü araya karışmıştı. Bir de tam o sırada gelen Changbin'in sesi.
"Ve beklenen kavuşma."
Yugyeom gülmüş ve yumruk yaptığı elini Changbin'e uzatmıştı, yumruklarını tokuşturduktan sonra Changbin'in yanındaki Min Ho ve Yoko ile de selamlaştılar. Bambam, Changbin'in kolunun Yoko'nun beline sarılı olduğunu görünce kaşlarını çattı.
"Siz... Nasıl lan?"
Yoko, elini boş ver dercesine salladı, "Uzun mesele. Siz hasret giderin, ben Azul'u bekleyeceğim. Ablası dönüyor bugün, burada karşılayacakmış. Tek bırakmayayım."
Min Ho;
"Evinde karşılamak varken?""Ne bileyim, Azul işte. Kaçtım ben." Changbin'in yanağından öpüp, giriş kapısına doğru ilerledi Yoko. Yugyeom anlamayarak sordu, "Azul kim lan?"
Chan, elini Yugyeom'un omzuna koydu ve hafifçe patpatladı, "Her şeyi anlatacağız, acele etmeye gerek yok. Sonunda döndünüz ya, ona bakalım."
Yugyeom gülümsemiş ve kafasını sallamıştı.
Yoko, heyecanla bekleyen Azul'u sakinleştirmeye çalışıyordu. Tabii ne kadar mümkünse bu.
"Kızım bi' rahat dur ya! Gelecek şimdi ablan, sakinleş."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Flare | Stray Kids
FanficBir deniz fenerini izleyerek hayallere daldık. Bir gün bu evden, bu cehennemden kurtulacağımıza inandık. Başta yardım istedik o fenerden. Ama tüm umutlarımız yerle bir olduğunda, beklemekten başka bir çözüm yolu kalmadı elimizde. Biz de sustuk. Bul...