Yıl 2055, Edward Hopkins eski bir askerdi, otuz beş yaşındayken ordudan ayrılmıştı ve ordudan ayrıldığından beri büyük bir ilaç şirketinde kimya mühendisi olarak çalışıyordu. Artık kırk dokuz yaşına gelmişti ve o zamandan bu zamana kadar yaşadığı ülke epey değişmişti. İnsanlar eskisinden daha yoksuldu, eğitim anlayışı çok değişmişti ve suçlular kol geziyordu.
Edward sabahın erken saatlerinde bir kabustan uyandı, gördüğü kabusta karanlık pelerinli birkaç insanın kendisini ateşe verdiğini görmüştü. Gördüğü rüyanın etkisinden biraz olsun çıkabilmek için pencereyi açtı, fakat soluduğu hava pek de iç açıcı değildi. Her zamanki gibi egzoz kokuyordu. Son on yılda hava kirliliği epey artmıştı ve her gün binlerce insan hava kirliliğinin yol açtığı solunum yolu rahatsızlıkları yüzünden can veriyordu.
Yavaş yavaş nefes alıp verirken aklına askerlik arkadaşları geldi. Acaba şu anda ne yapıyorlardı? Edward yatağından çıkıp televizyonu açtı, devlet başkanı açıklama yapıyordu. "Öncelikle yeni anayasal düzenlemelerimizin vatandaşlarımızın refah seviyesini artıracağını belirtmek isterim." Diyerek başladı söze. Edward'ın sinirleri şimdiden tepesine çıkmıştı bile.
"Her zamanki yalanlar." Diye düşündü kendi kendine. Daha sonra başkan sözüne devam etti. "Bundan sonra öğrenciler her bir eğitim kademesi için sınavlara tabii tutulacak, her bir öğrenci kendi seviyesine uygun okullara gidecek. Böyle eğitimde dengeyi sağlamış olacağız." Edward daha fazla dayanamadı ve televizyonu kapattı. Her gün yeni düzenlemeler duyuruluyordu ve bir tanesi bile iç açıcı değildi.
Hepsi refah seviyesini artırmaktan çok, düşürmeye yarıyordu. Halk hayat pahalılığından dolayı indirimden indirime koşuyor, birbirini yağmalıyor, eğitim kurumları öğrenciler arasında ayrımcılık yapıyor, temel ihtiyaçlar fahiş fiyatlara satılıyordu.
Edward için böyle bir ülkede yaşam ölümden farksızdı. Askerlik arkadaşları tekrardan aklına takıldı. Onlardan biri olan John'a telefon açmaya karar verdi. John, Edward'dan sekiz yaş daha büyüktü ve otuz yıldır evliydi. Hatta ve hatta on yedi yaşında bir kızı vardı. Edward, John'u aramak için komodinden cep telefonunu aldı.
John telefonu açtı ve "Vay vay vay! Ed, çok uzun zaman oldu adamım nasılsın?" Diye sordu. Edward ise "Merhaba John, iyiyim. Peki ya sen nasılsın?" Diye sordu. John "İyiyim bildiğin gibi işte, karım ve çocuğumla ufak bir yürüyüşe çıktık." Dedi. "Sen de bize katılmak ister misin?" Edward bir an için tereddütteydi fakat sonra biraz kafası dağılır diye düşündü ve kabul etti.
Edward çabucak hazırlanıp parka gitti, artık parklarda bile ağaç kalmamıştı. Her taraf betonla doluydu. John, Edward'ı görür görmez ona doğru yöneldi "Dostum, seni gerçekten özledim. Görüşmeyeli seneler oldu." Dedi. Edward "Ben de seni özledim ahbap." Diyerek karşılık verdi.
"Sally ve Gwen nerede?" John "Onlar bu tarafta, seni onların yanına götüreyim." Diye cevap verdi. Sally, John'un karısıydı. Tıpkı Edward'la tanıştıkları gibi ordudayken tanışmışlar ve birbirlerine aşık olmuşlardı. John ve Sally ordudaki ikinci yıllarında evlenmişlerdi, on üç yıl sonra da kızları Gwen dünyaya geldi. Gwen, Sally'nin bazı sağlık problemlerinden dolayı epey geç dünyaya gelmişti. John, kızı Gwen doğduğunda kırk yaşındaydı.
Sally "Merhaba Edward, uzun zamandır görüşemiyoruz nasılsın?" Diye sordu. Edward "İyiyim Sally, peki ya sen?" Diyerek karşılık verdi. Sally "Bildiğin gibi, evden işe işten eve." Dedi. John bir şeyi unutmuşçasına kendine geldi ve "Hey Gwen, bu Edward. Askerlik arkadaşım." Dedi. Gwen "Memnun oldum." Dedi. Bunun üzerine Edward "Ben de." Diye cevap verdi.
Bir süre havadan sudan konuştuktan sonra Edward, John ile başbaşa kalınca ona düşüncelerinden bahsetmeye başladı. "Biliyor musun? Askerliği bırakmamızdan bu yana çok acımasız bir sistem hakim. Bence artık bunu değiştirmeliyiz." John "Evet katılıyorum ama bunu nasıl yapabiliriz ki?" Diye sordu. Edward "Aklımda bir fikir var, bizimkilerden birkaç kişiyi toplayalım ne kadar pis iş yapan, hak yiyen varsa hepsine haddini bildirelim. Çok sıkıldım artık." Dedi.
John "Bizim timimiz sadece on kişiydi. O kadar az kişiyle, kocaman zalim bir hükümeti nasıl devirebiliriz ki?" Diye sordu. Edward düşündü "Hatırlasana, bir gün bir terör eyleminin ortasındaydık sayıları bizden çok çok daha fazlaydı ama biz o eylemi bastırmayı başarmıştık. Artık böyle yaşamak bana ağır geliyor John bana yardım etmelisin." Dedi.
John düşündü "Haklısın, bizimkileri toplayalım, sonra belki sayıca daha çok artarız." Dedi. Sonra beraber Edward'ın evine gittiler ve timdeki herkesle iletişime geçtiler. Hepsiyle yeniden görüşmeyi planlıyorlardı ve cumartesi gününü kararlaştırmışlardı.
Daha sonra John ve Edward cumartesi günü tekrar görüşmek üzere vedalaştılar, daha sonra Edward uyumak için yatağına gitti. Yine şu sık tekrarlanan kabuslarından birini görüyordu. Siyah kapüşonla yüzünü gizleyen bir adam "Bu karanlığın içinde boğulup gideceksin." Dedi.
"İstesen de istemesen de bir gün boyun eğeceksin, bunu sen de çok iyi biliyorsun!" Edward "Hayır ben sizin gibi değilim." Diye karşılık verdi. "Hiç kimse beni öyle kolay kolay oyuna getiremez, hiçbirinize kanmayacağım." Adam güldü, "Ne demiştim hatırlasana, istesen de istemesen de." Dedi ve lazer bıçağını çıkarıp Edward'ın boğazına tuttu.
Edward "Hayır, bunu yapamazsın!" Diye haykırdı. Adam "Ya bizim sistemimize baş kaldırmaktan vazgeçersin, ya da bir zavallı gibi yok olup gidersin." Dedi. Edward "Yeter, beni oyuna getiremeyeceksiniz!" Diye haykırdı.
Adam "Peki, o zaman kendin kaybedersin." Dedi ve lazer bıçağını Edward'ın gırtlağına doğru iyice yaklaştırdı. Edward son bir kez "Hayır!" Diye haykırdı. Sonra kan ter içinde gördüğü kabustan uyandı ve yüzünü yıkamak için banyoya gitti. Musluğu açmaya çalışırken "Kahretsin!" Dedi kendi kendine. Yine çok sık rastlanan su kesintilerinden biri yaşanmıştı, iki senedir dünyada bir su kıtlığı baş gösteriyordu.
Edward sinirlenip kanepeye oturdu, otururken birden ordudayken çekildikleri grup fotoğrafı ilişti gözüne. Bütün tim oradaydı Edward, John, Sally, Liz, Jackson, Brad, William, Natalie, Emily ve Victoria.
Tim beş kadın ve beş erkekten oluşuyordu, hepsi de çok yakın arkadaştı. Her arkadaşın yapması gerektiği gibi birbirlerine destek oluyorlar, birbirlerine yardımcı oluyorlar ve mutluluğu birbirlerinde buluyorlardı. Yıllar bu sıkı dostları nasıl ayırmıştı? Gerçi bir önemi yoktu, çünkü bu on sıkı dost yıllar sonra tekrardan bir araya gelecekti.
Edward bunun düşüncesiyle biraz olsun rahatladı, çünkü bu mücadelede yalnız değildi artık. Dostları yanında olacaktı. Yeniden birlik olup kötülerin hakkından gelecek, mazlumların yanında olacaklardı. Hiçbirinin içinde en ufak bir kötülük yoktu.
İstedikleri şey özgürlüktü, adaletti, huzurdu. İstediklerini almak için sonuna kadar mücadele edeceklerdi, ne olursa olsun bu çıkarcı, şeytani, boğucu sisteme karşı hep beraber savacak ve asla boyun eğmeyeceklerdi. Elbette çeşitli zorluklar ya da can kayıpları olabilirdi fakat birilerinin gelecek nesil için harekete geçmesi gerekiyordu ve bu görevi de Edward üstlenmişti.
Sanatın, bilimin, doğanın ve diğer tüm güzel şeylerin yok olduğu bu ülkede, birilerinin artık sesini çıkarıp kahramanca savaşması gerekiyordu. Edward başına ne gelirse gelsin, ne kadar tehdit alacak olursa olsun ve ne kadar ölümle burun buruna gelirse gelsin geri adım atmayacaktı. Kendisini yiyip bitiren kabuslarından, her gün en az bir kere gördüğü cinayet haberlerinden, hava kirliliğinden ve bu karanlık politikadan kurtulmak için elinden geleni yapacaktı. Can dostlarıyla birlikte aydınlık bir dünyanın temelini atacaktı, çünkü onlar Başkaldıranlar'dı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Başkaldıranlar
Science FictionYıl 2055, eski bir asker olan Edward Hopkins ülkesindeki yeni çıkarcı, adil olmayan ve içerisinde her türlü pisliği barındıran sistemden rahatsızlık duyar. Bu durumu daha fazla hazmedemeyen Edward, kirli çamaşırları ortaya dökmek ve gizli suçlulara...