geç kalınmışlık hissi.
zaten hep bir şeylere geç kalmıyor muyuz? okula geç kalıyoruz, iş yerimize, buluşmalarımıza.. ama bir özür yeterli oluyor genelde bunu telafi edebilmek için. peki ya hayata geç kalanlar? yok muydu herhangi bir çaresi bunun? keşkeler, neredeyseler... bunlarla bir ömür geçer mi? ben onun yerine bir ömür özür dilersem, yeniden yanıma gelebilir mi? birine geç kalmak bu kadar can acıtıcı mı?
belki alışırsın diyorlar. zaman her şeyin ilacı diyorlar. arkamdaki aylara bakıyorum, sonra da kesik bileklerime. ne değişti? kalbim acıyor, acı kalbimden baslayıp tırnak etlerime kadar dağılıyor. en çok onun dokunduğu yerlerde var acı. anılar var her yerde. boşalttığım kitaplığım bile anılarımızla dolu. sanki unutmak için attığım bütün eşyalar çöp yerine kalbime atıldı. ağır, taşıyamayacağım kadar ağır. acıya alışır mıydık yoksa iyleşir miydik?
belki de okulun revinde yanımda bana garip bakışlar atan sarışın bir çocukla otururken vücudumu sarması gereken son his falandı bu. ikimiz de hemşirenin sıraladığı sözleri dinliyorduk. içimden bir yerlerde de tanrıya yalvarıyordum, bu yaşanılanlar ailemin kulağına gitmesin diye. tanrı beni duymayı pek tercih etmez ama bir umut, işe yarar.
hemşirenin en sonunda kucağıma bıraktığı izin kağıtlarıyla belirli belirsiz bir gülüş oluştu dudaklarımda. en azından okulda olmak zorunda değildim! "taehyun endişelenmişe benziyordu, o yüzden senin için de bir izin yazdım, ayrı kalmayın." hemşirenin kendince yaptığı imaya yalandan gülümserken oturduğum yerden yavaşça kalktım. kalkmamla beraber sarışın, yani taehyun da ayaklandı. üstümdeki garip bakışlarını hissetsem de dönüp bakmadım. hırkamı çıkardığım için artık iyice belli eden bandajlı bileklerimi okşadım, içimi saran garip bir hisle. çıplak hissediyordum. taehyun anlamış gibi üzerindeki kot ceketini omuzlarıma bırakmıştı.
"alabilirsin, hırkam var." bana acımasını istemiyordum. daha doğrusu birine tekrardan bağlanmak beni korkutuyordu. herkes beni bırakıp giderdi çünkü, ryujin bile belki. ben de giderdim kendimden, kendime bile güvenemem. o yüzden bana acımasın, ben inanırım çünkü.
hayır, benden başka birinin sana acımasını istemiyordun. senin gözünde, bırakıp gitmeyecek o kişi bile gidince uyandın. ben gittim ayıcık.
bileklerim sızlıyor.
neyse ne.
ceketi bıraktığı gibi uzun adımlarıyla ilerleyen çocuğu yakalamak için biraz daha hızlı yürümem gerekmişti. "hey!" bu çocuk beni parasız pulsuz mu zannetmişti? omuzlarımdan indirdiğim ceketi ve adının yazılı olduğu izin kağıdını ona doğru uzattım, avuçları arasında esir olmuş hırkamı vermesi için.
sana yardım etti, teşekkür etmelisin. yetmiyormuş gibi derslerini astı. terbiyesiz bir çocuk musun sen?
"yardım için teşekkürler, verdigim rahatsızlık için özür dilerim. bugün gördüklerini lütfen unut. hırkamı verirsen gideceğim." belki eskiden olsa hırkamı isteyip çekip giderdim ancak belki de aklımdan zar zor çıkan sesi yüzünden, bunu yapmak zorunda hissetmiştim. omuz silkti, eli ceketini es geçerek izin kağıdına uzandı. "ceketi giy, dışarısı esiyor." ben çok üşüdüm bunlar ne ki diyemedim, onu onaylayarak ceketini geçirdim kollarımdan. biraz canım yansa da belli etmedim, alışkın olduğumuz şeyler bunlar. yarayı saklamak. siz de saklamaz mısınız yaralarınızı? biriciğim dediğiniz kişiden de saklarsınız, sokaktan geçen bir yabancıdan da. sebepleri farklıdır ama. biriciğiniz üzülmesin, yabancı size acımasın diye saklarsınız. ne olur saklarsanız, işe yarar mı ki? işin sonunda ağladığınız kişi biriciğiniz ya da bir yabancı olmuyor mu?
"beomgyu, adın bu sanırsam?" dikkatimi çekti sarışın söyledikleriyle. başımı salladım ve vardığımız güvenliĝe kağıtlarımızı gösterdik. sıklıkla yaptığım bir şey olduğu için beni tanıyan güvenlik görevlisi biraz buruk bir gülümsedi. iyiyim ben dercesine tebessüm ettim ben de. taehyun yine biraz garip baktı, bu çocuk normal bakamıyor.
eve gidemem, ryujin evde yok. bunu hatırlamamla ofladım. ne yapacaktım şimdi? cebimde çok para yok, en fazla mama alıp köpekleri besleyebilirdim. koskoca 7 saat bunu yapamayacağımı fark edince tekrardan ofladım. neyseki kulaklıklarım vardı, sahile gidip zaman öldürebilirdim.
belimden tutup beni geriye çeken taehyun'a kadar önümdeki açık çukuru fark etmemiştim. "beom, önüne baksana biraz." hala belimde duran tek eline bakış attım, o da anlamış gibi gözlerini kaçırıp elini çekmişti. "ah.. bir anda gelişti,
rahatsız ettiyse pardon." rahatsız olduğumu sanmıyordum ancak kalbimdeki kelebekler öyle demiyordu. ah, kelebekler karında oluyordu, yoksa midede miydi?"eve değil, nereye gidiyoruz?" bakışlarımı ona çevirdim. "gidiyoruz?"
"seni tek bırakacağımı düşünmen büyük şakaymış."
bu sözüyle beraber 7 saatimi sarışın çocuk ve onun garip bakışlarıyla geçirdim. elimde bir sarışının kot ceketi ve birkaç umut parçası var odamda dikilirken. kurtuluşa dair bir umut. acıyı uyuşturmaya dair bir umut.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
çamura bulanmış zihnim ve sen
Contoben sessizce ölmeyi beklerken sen gelip ışığı yaktın. taegyu