saat gece 2'ye gelmekte. hava soğuk, geçenlerde taehyun'un üstüme örttüğü hırka bile beni üşütüyor. ama ay çok güzel, bana yeonjun hyung'u hatırlatıyor az çok. o yüzden iliklerime kadar üşüsem de bu geceyi çatıda geçirmeye kararlıyım. önümde, daha doğrusu dizlerimin üzerinde, boş beyaz bir kağıt var ne yazacağımdan hala emin olmadığım. ne yazmalıyım sahi içine? hiç önemi olmayan hislerimi mi karalamalıyım?
belki de taehyun'u yazmalıyımdır diyorum kendi kendime. önümde ay varken güneş gibi parlayan sevgilimi yazmalıyımdır diyorum.
"taehyun," diyorum aya doğru. "ne olur beni bu bataklıktan kurtar."
taehyun büyük ihtimalle uyuyor. hatta ihtimali yok, taehyun uyuyor şu an. ama beni duymasını istiyorum niyeyse. beni duysun, beni duysun ki elini uzatsın istiyorum.
nedensiz bir boşlukta hissediyorum şu bir aydır. iyleşme süreci miydi bu? bazı hislere veda etmenin ağırlığını mı yaşıyordum? ben, yeonjunu anlatabilmiş miydim sonunda?
hırkanın kollarını katlıyorum usulca. eğik jilet izleri görünmeye başlıyor. daha ilerisi varken bırakıyorum katlamayı. gördüklerim yetiyor zaten bana. her ne kadar iyileşseler de bana hala kanlı geliyorlar. hala iyileşememiş gibi geliyorlar. sanki dokunursam kanayacaklar, o kadar taze geliyor bu izler bana. yaşanmışlıkları çok uzak bir tarihte değil ancak taehyun o kadar çok anı bırkatı ki bana ve renksiz hayatıma, o günlere dönmem uzun zamanımı alıyor.
ellerimi belli belirsiz gezidiyorum izlerin üzerinde. öyle ki hissetmiyorum bile parmak uçlarımı. ryujin'in titrek elleriyle bandajladığı bileklerimin ilk görüntü aklımda çok taze, rahatsız edici derecede. kendini susturarak ağlamaya çalışmasını hala hatırlıyorum, bana sarılırken sırtıma değen yumruk yaptığı küçük ellerini. ağlamak ona hiç yakışmıyor, o hep gülsün istiyorum. abisi onu güldürememiş olsa da biri gelip onu güldürsün istiyorum. taehyun gibi bir güneş bulsun istiyorum onu, çok şey istediğimi sanmıyorum. her şeyimi elimden alan tanrı ryujin'e versin istiyorum bunların hepsini.
çok yalnız hissediyorum. kafamda sadece benim sesim var, beni suçlayan biri yok ve bu beni fena bir boşluğa sürüklüyor. ne yaptığımdan emin değilim. onu geri mi istiyorum yoksa hiç gelmemiş olmasını mı bilmiyorum. bilinmezlikler büyüyor ve ben kayboluyorum. belli belirsiz bir el uzanıyor bana, bileğindeki kırmızı ipten anlıyorum ki o taehyun. ama elim kalkmıyor, yapamıyorum ben. bana elini uzatan kişiye tutunamıyorum. böylelikle dal yok oluyor, taehyun da gidiyor.
hep yalnız kalacağım gerçekliği kaplıyor içimi. ben sevmeyi bilmiyordum ki. sevmeyi bilmeyen biri sevgi hak edebilir miydi?
bu düşünce baştan aşağıya titrememe sebep oluyor. kendi düşündüklerime inanamıyorum, kaşlarım çatılıyor istemsiz; taehyun gider mi ki?
taehyun.. giderse ne yapabilirdim ki?
bileklerimde güç yoktu, tutamazdım onu ben. yeonjun hyung'un da dediği gibi, güçsüzdüm ben esasında. yetmemişti cılız bedenim onun bileklerini sıkmaya, belki de bu yüzdendi ya kan lekeli günlerim. o gözlerimin içine baka baka keserken bileklerini, ben sadece yapma nidaları çıkarabilmiştim ağzımdan. suçlu yapar mıydı bu beni? insan nasıl en yakın arkadaşını engelleyebilecek bir sebep bile olamazdı ki? yeonjun hyung beni hiç mi sevmemişti?
bunu ona soramayacak olmak içimi acıtıyor, bir damla gözyaşı döküyorum. yanaklarımdan süzülüyor, tam bu sırada bir rüzgar esiyor. kuruyor göyaşım daha dökülmeden. yeonjun hyung geldi diyorum, hep o sildi gözyaşlarımı çünkü. bu düşünce beni ağlatmaya yetiyor, saklamaya bile çalışmadığım hıçkırıklarımı gece alıp götürüyor. bense teşekkür ediyorum yeonjun hyung'a, gitmediğini gösterdiği için.
güneş ufuğa çıkmışken önümdeki kağıtta sadece iki kelime yazıyor: güneş taehyun.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
çamura bulanmış zihnim ve sen
Historia Cortaben sessizce ölmeyi beklerken sen gelip ışığı yaktın. taegyu