karların içinde otururken elime aldığım bir avuç karı havaya atıp kendimce kar yağdırıyorum beni gülerek izleyen taehyun'dan habersiz. yaz insanı olduğumdan mıdır nedir bilmem sürekli taehyun'a yakınıyorum eve gitmek için. ancak parmaklarımın arasından kar asla eksilmiyor, hatta kar ve onun soğukluğunun verdiği bir acı dolanıyor parmaklarımda. zaten çelişkileri olan bir insanım esasında. kimseye tekrar güvenemem diyip kendimi taehyun'un kollarına atmamdan da belli bu. ama iyi ki de çelişkilerle dolu bir insanım diyorum birlikte aylar geçirdiğim çocuğa bakarken. artık o yok ama onun yerine odamda beyaz kardelenler var. eskiden kendime bile bakamazken şimdi hem onlara, hem sevgilimle hem de biriciğimle, ryujin'le ilgileniyorum. aşk yarayı kapatabiliyormuş, aşk insanı öyle güzel iyileştiriyormuş ki sen bile anlayamıyormuşsun. ne ara bu kadar iyi hissettim ki ben diyormuşsun. keşkelerin, iyi kiler oluyormuş teker teker. beyaz kardelenlerdeki kan lekeleri geçebiliyormuş. hepsini taehyun öğretti bana, kalemi bıraktığım yerde elimden tutarak devam etmemi sağladı.
"niye izliyorsun beni?" dedim taehyun'a dönerek, avucuma hapsettiğim kar parçasını fırlatmadan önce . taehyun omuz silkiyor. bakışlarını çekeceğini umarak karın üstüne yazı yazmaya başlıyorum bu kez, ben eve gitmek ve taehyun'la sıcak yatağımızda uzanmak istiyorum. boynumu saran şeyin atkı değil onun elleri olsun istiyorum. üşümek değil, onunla terlemek istiyorum. el ele tutuşurken aramızda bir kumaş parçası olsun istemiyorum.
'ev!!' yazdığım kardan gözlerimi çekerek taehyun'a bakıyorum tekrardan. çok istediğim için yeniden sarı taehyun, güneşim oldu yine. taehyun kıramıyor zaten beni, gel şuradan atlayalım derse elimi tutar o derece. aşk aptallaştırır klişesi aklıma geliyor, gözlerinin içine bakıp gülüyorum. 'nasıl tanıştınız?' sorusunu alsak ikimiz de güzel bir hikaye anlatmayız belki ama bazı insanlar hayatınıza olmadık anlarda girer sanıyorum ki. taehyun da ansızın, beklemediğim bir anda geldi. en dibi görmem gerekiyordu ki taehyun gelebilsin. gözleri arasında kendimi görüyorum, ikimizin de yüzünde aptal bir gülümseme. gerçekten anlatılan lise aşıkları biziz.
size yemin edebilirim ki taehyun'un gözlerinin içinde inci taneleri var. ellerimi uzatsam alabileceğim sanki. ama sadece bana bakarken var o inciler. taehyun beni çok seviyor, taehyun beni benden çok seviyor. taehyun beni herkesten çok seviyor.
taehyun beni seviyor işte ya..
"eve gidelim, nolur." diyorum biraz büyülenmiş bir şekilde. taehyun'un gözleri benim ölümün çünkü esasen, içinden çıkamadığım bir bataklık. "ben evimdeyim zaten." diyor o da hiç istifini bozmadan, aksine bana daha da sokulurken. sinirleniyorum, biraz da çocuklaşasım geliyor, şapkasını gözlerinin üzerine kadar çekiyorum. manzaram bozuluyor ama önümdeki kişi kang taehyun ya, bakacak bir sürü yeri var.. "ya! choi!" evet taehyun bana sinirlendiğinde soy adımı kullanıyor. "eve gidelim ya! üşüdüm." taehyun omuz silkiyor. "ısıtırım şimdi rahat dur." bir elini belime atarken ötekiyle de şapkasını düzeltiyor. gülerek izliyorum onu, sevmek böyle bir şey olsa gerek. elini şapkasından çekince beni kendine daha da yaklaştırıyor. artık göğüsüne uzanıyorum yan şekilde. bebeğiymişim gibi hissettiriyor boyuma rağmen. elimden geldiğice küçülüp kucağına sığmaya çalışıyorum. bacaklarım karların üstünde kalsa da istediğimi başarıyorum yarı yarıya. taehyun ıslanmış bıraz karlar yüzünden, üşüyor da büyük ihtimalle ama bana söylemiyor. "ıslanmışsın hep, hasta olacaksın ya hadi eve gidelim." ne kadar rahat hissetsem de hasta olmasını istemiyorum. kafamı kaldırdığımda beni izlediğini görüyorum. gülerek yüzünü görebileceğim şekilde yaslanıyorum ona. eldivenimi çıkarıyorum, taehyun bana onaylamaz bakışlar atıyor. kirpikleriyle oynamaya başlıyorum taehyun'un. nefesleri çıplak tenime değiyor. daha önce çok kez yakınlaşmıştık ancak bu sefer nefesim kesiliyor. taehyun beni en savunmasız anlarımda yakalıyor. yine ve yine.
"kızardın." taehyun yanaklarımı işaret ediyor. omuz silkiyorum ben de, ondan etklendiğimin zaten farkında. taehyunlayken kendimi saklamama gerek yok. "senin yüzünden." fısıldamıştım kulağına doğru. daha da çekiyor beni kendine, bacaklarımı toplayıp iyice kucağına girmemi istiyor. "taehyun benim boyum uzun sığamam senin kucağına." omuz silkiyor mızıkçılık yapan çocuklar gibi. gülüyorum bu haline. dudaklarını büzüyor, öpesim geliyor ama nasıl, anlatamam. "sarı ördek." çıkıyor ağzımdan, istemsizce.
"ne dedin sen?" diyor taehyun kaşlarını çatmış bana bakarken. yakalanmış olmanın verdiği gerginlikle gülümsedim, hatta kıkırdadım diyebilirim. "seni seviyorum." gözlerinin içine bakıyordum doğrudan, sanki kahveleri benim içimi üşütüyordu. "ben de seni seviyorum ama bu değildi az önce söylediğin." diyor. diyorum ya, taehyun beni her türlü anlar. "ya sus güneş. eve gidelim." artık gerçekten üşümeye başlamıştık ikimiz de. sadece son kar olduğu için dayanmaya çalışıyorduk ama çok zordu. ayaklandım sonra, taehyun'un cevabını beklemeden. üstümü sirkelerden arkamdan gelen seslerle onun da kalktığını anlayınca gülümsedim, beni dinlemişti. "okul harici hatırladığımız anımız olsun dedim ona da izin vermedin, ah choi beomgyu.." oysa taehyun bilmiyordu ki ben hayatımı her düşündüğumde taehyun içinde bir yerlerdeydi. ondan öncesinde bile, herhangi bir şeyle bağdaştırıyordum onu istemsizce. mesela çocukken çok sevdiğim bir peluşum varmış, ona sarılmadan uyuyamazmışım. her zaman eksikliğini hissedermişim. yıkamak için makineye atıldığı zaman bile, makinenin başında çömelir beklermişim çıkması için. 2 saatlik yıkama programı boyunca ses etmez, sabredermişim. o kadar oyuncağım olmuştu ama o güneş peluşu hep başkaydı. belki de bu yüzdendi taehyun'u ilk gördüğümde güneşe benzetmem, bende aynı hisleri uyandırdığı içindi.
tesadüflere inanmam, şahsi fikrimce tesadüfler de yoktur bu hayatta. taehyun herhangi bir tesadüf değildi, taehyun benim kaderimdeydi. tanrı belki çektiğim tüm acıların telafisi olarak bana taehyun'u göndermişti. onun bıraktığı beyaz tişörtümden hallice olan hayatımdaki kan lekelerini geçirmesi için taehyun'u göndermişti bana.
benim iyileşebilmem için taehyun'u göndermişti bana.
düşüncelerim dudaklarımın üstünde hissettiğim bir baskıyla kesilmişti. ayağımla deştiğim kardan kaldırdım başımı ve direkt olarak taehyun'a sarıldım. biraz şaşırmış olacaktı ki ilk başts tepki veremedi, tökezlediĝini hissettim. sonrasında kolları direkt belime sarıldı. kucağında küçücük kaldığımı hissettim, bu beni güvende hissettirdi. boynuna sarıldım biraz daha, kokusunu içime doldurabilmek istedim. rahatsızca kıpranmasından, belimdeki ellerini saçlarıma çıkarmasından anladım, endişeleniyordu ben sessiz kaldıkça. yine de bölmüyordu, sabırla benim ona gelmemi bekliyordu. "seni seviyorum." diye mırıldandım tekrardan. kime dediğimi bilmiyordum bile, sadece bildiğim bir şey bu hislerin sevgj olduğuydu. ikimiz de sevmek ve sevilmek çukurunda eziliyorduk, debeleniyorduk. her yerimiz çamur, toprak içnde kalıyordu. ama ağzımıdan düşmüyordu, seni seviyorum.
ve saklanmak istercesine boynumu daha da gömdüğümde kabullendim, ondan sonra sevebileceğim, her bir hareketini ezberleyeceğim tek insan taehyun'du.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
çamura bulanmış zihnim ve sen
Contoben sessizce ölmeyi beklerken sen gelip ışığı yaktın. taegyu