Ben bir denizdeyim. Hayır, deniz bana küçük kalır.
Ben bir okyanustayım. Dört bir yanım, kaç tane yanım varsa o kadar yanım mavilerle kaplı. Yemin olsun, okyanusun, okyanusumun orta yerindeyim ve ben mavinin kaç tane tonu varsa kaçınılmaz bir şekilde hepsiyle kucak kucağayım.
Benim bir adım var. Benim adımı nereye yazarsanız yazın silinip gider. Dalgalar, rüzgârlar, gözyaşları, öfkeler silip süpürür. Ne yana yazarsanız kaybolup gider çünkü ben bir okyanusun en orta yerindeyim ve yutsa beni yalnız bu dalgalar yutar.
Ben ile dalgalarım varız ve okyanus tenimi yakar. Üç beş selam yollarım yanılmaz yalnızlara. Hepimiz biraz yalnızız aslında ve dünya ya da felsefe aslında hiçbirimizden bahsetmiyor. Herkes bir Einstein dolamış diline ama II. Dünya Savaşı esnasında Almanya'da bir Yahudi olmanın ona hissettirdiği zorlukları ya da sayılı sayısız kadınla geçirdiği zamanların ona hissettirdiklerini merak etmez. Herkes bir formül, iki görelilik bilir bu adam hakkında. Sorsanız insanların çoğu adamcağızın adını bilmez. Siz biliyor musunuz?
Konuş konuş nereye kadar, nereden gelir nereye gidersin yolcu demezler mi adama? Derler, adam lafını da sevmem. Ne adamlığımı görmüşler bu yaşıma değin? Çok soru soruyorum çünkü az cevap var cebimde. Bu dünyada herkesi cebindekiler kurtarır, demedi demeyin sonra. Cebinizdeki para da sizi ne eğriltir, ne de doğrultur, çıkmasın aklınızdan.
Ben neyin nesi kimin fesiyim dersek, benim adımı kimse koymadı ama benim adım Yoongi. Yoongi de neymiş dümbük, demeyin lütfen. Adımı özenerek seçtiğimden değil, koyun bir isim demişim nüfus müdürlerine onlar da sallamış bir tane. Parıltı mıdır ışıltı mıdır nedir, eminim ki adımı koyarken karşı binanın camından gözlerine güneş girdiğindendir. Kör eder insanı, fenadır, güneş gözlüğü takın gözünüze. Ad aktarması var mı bilmiyorum ama varsa bu kuralı çıkaranların babalarını selamlıyorum.
Günlük hayatımda peynir gemisi yürütmek gibi bir derdim olmadığından pek fazla konuşmayı tercih etmem ama lafımı sakınmam da kendi çapımda. Devrik cümleleri sevmem ama bayılırım devrik cümleler kurmaya. Bu hayatta herkes nefret ettiği şeylerin bir parçasını taşır kendisinde ve ben de taşıyorum elbette. Ben kendimde, bilseniz neler taşıyorum? Bu hayatta herkes bir şeyler taşır, hiçbir şey olmasa atmosferin ağırlığı hepimizin omuzlarındadır.
Size anlatacağım bir hikâyemin var olup olmamasına bakmaksızın buraya kadar karadan yürüttüğüm peynir gemilerini izlediyseniz, hayatınızdan bir parçayı sizden çaldım demektir. Hayatımızda iyi veya kötü yaptığımız her şeye, ücreti olmasa bile çok ağır vergiler veriyoruz. Bahsettiğim vergi başınızdakilerin sizden topladığı değil bile, onlar çok başka konular. Zaman. Zamanınızdan daha değerli hiçbir şeyiniz yok sizin. Benim de yok. Ölmek amacıyla bir çatıya tırmanan adam bile son dakikalarının keyfini çıkarmak ister. Elveda videosu çeken bir beyefendi bile, Ella Fitzgerald'dan sevdiği bir parçayı açıp şarabını yudumlar. Nereye gideceğini bilmese bile insan bulunduğu zamanın son zamanları olduğunu bildiği vakit tadını çıkarmaya çalışır. Ancak biz hepimiz bir şeylerin peşinden koşuyoruz. Hiçbir anın tadını çıkarmayı amaçlamıyor, yeri geliyor kendi kendimize yaşamı zehir ediyoruz. Oysa yarına kimin garantisi var?
İşte, yaşım bu yaşımı bulana kadar ben de çok şey kovaladım. Aşklar kovaladım. Kadınlar, erkekler, seks, evrimsel dürtülerin hepsine uydum. Bulunduğum pozisyona gelebilmek ama günün sonunda yalnızca yüksek yüksek tepelerdeki insanların çarklarını döndürüp ceplerini doldurabilmek amacıyla, gençliğimi çaldım kendimden. Kitaplar yığdım önüme, anlamsız savaşlar verdim zerre anlam taşımayan amaçlar uğruna. Hepimiz belli bir farkındalığa ulaşana kadar bunu yaparız ve ben ulaştığım zaman sıkı bir küfür salladım kendime. Ben milyonlar yaşındaki evrendeki nokta kadar zamanımda, atom kadar boyutumla, ne için çabalıyorum? Bunu kendime günler boyunca sordum. Belki de haftalar sürmüştür, o zamanlarda ben zamanı yitirdim.
Sonrasının kısa bir özeti var. Anlamsız savaşlarımın hepsinde beyaz bayrak salladım ve hedonizmin müziğine kapıldım. Sonra bunun da başka aptalca bir savaş olduğunda karar kıldım ve onun da burnunun ortasına sağlam bir yumruk sallayıp çöktüm, bir kaldırıma oturdum. Eminim ki pantolonum kirlenmişti ama bunu çok dert etmedim. Hijyen önemlidir ama insanlar önemli değildir. Ben de önemsemedim, benim pantolonumu yıkayacak başka makineler var ve bu makineleri üretenler benim on birimle aldığım makineyi yarım, bilemedin bir birime üretirler. Kimisi ise çeyrek. Siz şimdi sanacaksınız ki bu dünyada hepimizin şikayet ettiği ama değiştirmek yerine ayak uydurduğu bu saçma salak sistemler hakkında konuşarak bir yere varmaya çalışıyorum. Hayır, ben hiçbir yere varmaya çalışmıyorum. Bu dünyada kimse hiçbir yere varmaya çalışmıyor çünkü zaten dinlerden başka kimse bizim bir yere varacağımıza inanmıyor.
Bunca laf ebeliği için affınıza sığınarak, sadede geliyorum.
Adım Yoongi ve tam adım da Yoongi Min. Yaşımı unutun gitsin ama ben bu evrenden daha yaşlıyım. İnsanların ve onlar için çabalamanın anlamsızlığının tümüyle farkındayım ama yine de pek havalı bir üniversiteden mezun olup, yüksek lisans ve doktora derecelerini tamamlayıp hayatımı devam ettirmekte kullandığım bir mesleği yaşamımı devam ettirmek için kullanıyorum. Ne de olsa insanlar sizin karnınızı doyurmanız, hatta su içmenizden para kazanıyor ve felsefe üretebilmenin öncelikli şartı belli bir refah seviyesinin üzerinde yaşamaktır. Tüm birikimiyle bir palto almanın hayalini kuran Çarlık Rusyasının yazarlarını yok saymıyorum elbette, Akakiyeviç'e saygım sonsuzdur benim. Ancak ilk zamanlarda İyonyalıların bilim ve felsefedeki öncülüğünü de görmezden gelmemek gerekir.
Sanırım üçüncü kez uzun lafın kısasını anlatmaya çalışacağım ancak uzun lafın kısası: çalıştığım ihtişamlı şirketin ana binasının önünde bugün olduğumdan daha genç bir çocukla bir bardak kahve içtim. Bir bardak kahve insanın milyonlarca yıllık kilidini (bilirsiniz, evrenden yaşlıyım ben) nasıl kırar derseniz, işte böyle kırar. İnsanların ve onlar için çabalamanın anlamsızlığının tümüyle farkındayım ama bugün Jimin adında kanı deli akan bir insan kilitlerimi bir bardak kahveyle kırıp geçti ve numaramı alıp koşarak gitti. Ben de onun bu çabasını takdir etmek adına, kırık kilitlerimin tadını çıkarmaya karar verdim. Eğer bu kanı, fikri deliyi tekrar görecek olursam ya da ondan gelen bir aramayla çalarsa telefonum; işte o vakit anlatacak bir hikâye olabileceğine inanırım ve yaklaşık iki saatimi alan satırların devamını yazmaya niyetlenirim.