Bu annesine kaydığım yandan çarklı dünyasına sağ ayakla dönüp gelebilmek için defterimin üstünden kalın bir toz tabakası üflemek ve kalanını temizlemek için de defteri göbeğimin üstünde yer alan tişörtüme bir güzel silmek lazım geldi. Bin savaşta mağlup ve bir bir savaşta galip geldim, sol elimin yerinde artık bir çengel var ve sağ ayağımın yerini de bir tahta parçası dolduruyor; buna rağmen ganimetleri topladım ve gemim sağlam.
Gemim sağlam ve gücüm kuvvetim yerinde olsun, kuvvetle atadursun yüreğim göğüs kafesimin içinde dilerseniz; yine de biz ne kadar çabalarsak çabalayalım, bazı şeyleri değiştirmeye en gürbüz korsanların bile gücü yetmiyor. Ve bazı defterler, dünya yanmadığı sürece tekrar açılmıyor. Bu defteri de işte bu yüzden tekrar açıyorum. Kancamın yakalayamadığı kıtipiyoz dandini orul evlatlarına kalemim yetişirse diye bir umutla.
Çünkü kaybediyorum. Bin birinci kez mağlup olmak üzereyim ve bu defa mağlup olursam geriye kazanacak hiçbir şey kalmayacak.
Jimin'i kaybedersem, dünyadan geriye ne kalır ki?
Peki neden Jimin denen güzel şerefsizin dünyama denk olmasına izin verdim? Çok basit.
Ömürlerimizi anlaşılma çabasıyla tüketiyoruz. Devamlı çığlık atıyoruz, olur da birileri sesimizi duyarsa diyerek. Bize verilen tek bir hayat var, muhtemelen, ve biz bunu tümüyle diğer parçamızı arayarak yaşıyoruz. Çünkü bir şeyler biz söylemeden de anlaşılabilsin, fısıldasak da sesimiz duyulabilsin, yürüdüğümüz yolun aydınlanması için bir başka kişi daha bize yardım etsin istiyoruz. Hayattan çok fazla şey bekleyen ve bunu da tek bir insanın varlığına bağlayabilen zavallı varlıklarız. Görünen o ki bu dünyadan ben de daha iyi bir pay alamadım ve zavallılığımı benimsedim, zira saatlerdir bir kapının çarpılış sesine ağlıyor olmamın başka açıklaması olamaz.
Bu deftere son yazdığımda mutluydum halbuki. Ne tuhaf. Yaklaşık iki sene geçti son yazışımın üzerinden; son yazdığımda, defteri kapatıp kaldırdıktan sonra saçlarından öptüğüm bir genç uyuyordu yatağımda. Taze işsizdim ama hayatımda belki de ilk defa bu kadar özgür ve mutluydum. Aşıktım. Her şey sonsuza kadar yolunda gidecekti sanki.
Ne büyük yanılgı.Daha önce de söylemiştim hatırlarsanız, insanın felsefeye devam etmek için temel ihtiyaçlarını karşılamış olması gerekiyor. İşte bu sebepten, birkaç ayın sonunda koca kıçımı kaldırıp işsizliğime son vermem gerekti. Elbette, benimki temel ihtiyaçlarla ilgili değildi. İnsan lükse bir kere alıştıktan sonra eksikliği dert oluyor. Ama o salak şirkete de dönmedim tabii ki. Bu ülkede ismimin bir şeyler ifade etmesine yetecek kadar süre boyunca onlara çalışmıştım, onların adına sığımmadan kendi adımı ışıldatmak için kendi ofisimi açtım. Baştaki hedefim iş yoğunluğumu düşük tutmaktı ama pek beceremedim, işinde iyi olmanın kötü yanı da bu galiba.
Merak ediyorum, yıkımı başlatan şeylerden biri de bu muydu acaba?İlk kim kırdı ötekini? Hangimiz başlattık o gerçek, birbirimizle ilgili olan ilk kavgayı? İlk kim ağladı?
Uh, en azından son sorumu cevaplayabilirim. İlk ağlayan bendim.
Şaşırttı sizi bu, değil mi? Ulan Yoongi, dediniz içinizden; şöyle şovmenim böyle iyiyim diye gezersin, kudretin galerici bir bebede mi kırıldı? Yüzüme bunu söyleyen siz olsanız inanın bana avukatlığın nimetlerinden faydalanır, gülüm derken gül sokardım size. Ama hayır, aslında bu lafları hak ediyorum ve ben aslında kendime kızıyorum.
Seneler sonra sevdiğim, aradığımı bulduğumu sandığım, her şeyin yalnızca daha iyi olacağına kendimi inandırdığım bir zaman diliminde paramparça olmak için kendime izin verdiğim için öfkemden uykularım kaçıyor. Bu yüzden tan yeri ağarmak üzere, bu eski deftere gözyaşlarım dökülüyor ve gönlüm istediğince küfür bile edemiyorum.
Sanırım insan bir anda arkada kalınca dilinin bıçakları bile kesmez oluyor.
Ve insanlar ölüyor. Hiç beklemediğimiz zamanlarda, ya da tam da beklediğimiz zamanlarda. Haftalardır arayıp sormadığımız, görüşmeyi ertelediğimiz, kırgınlıklardan uzağında kaldığımız insanlar; yalnız başlarına, bomboş bir evde çekip gidiyor mavi bilyedeki yerinden. Hayatın her zamanki gibi gittiğini anlatmak için göğün altı, yerin üstündeyiz der babam, öldüğümüzde bu ifade değişiyor: göğün üstü, yerin altında saklanıyor bedenimiz. Ama zamanını bilmek mümkün değil. Siktiğim ömrünü insan kendi sonlandırmak istese bile, göklerden karar gelmeden hiçbir cacığa yaramıyor. Ama yaşasın istediklerimiz, ömrünün baharında solmasından korktuklarımız eriyip gidebiliyor. İnsanlar ölüyor. Neden ölümü düşünüyorum? Bilmiyorum. Sanırım insan kırıklarını toplamaya çalışırken bazen kaçınılmaz sonu düşünerek göğsünü ferahlatmaya çalışıyor. Kesin olan başka hiçbir şey yok çünkü bu dünyada.Yazmaya devam edeceğim. Umarım yakın zamanda, umarım ömrümün baharı benimle aynı çatının altındayken. Kiraz çiçeğim solmadan, yaz tenimi yakmadan önce. Ama şimdi devam edersem defter sahiden de sırılsıklam olacak ve bir gün birileri okumaya çalıştığı zaman okunacak bir şey kalmayacak.